Karl Marx (1818-1883)
Almanya’da Trier’de doğdu. Bonn ve Berlin
Üniversitelerinde hukuk ve felsefe çalıştı ve 1841’de doktora çalışmasını
tamamladı. Tarihsel materyalist teorinin kurucusu olarak bilinir. Marx Alman felsefesinden
diyalektiği almış ve bunu materyalist felsefe ile birleştirmiştir.
Hegel’e göre diyalektik “karşılıklı ilişkiler
olgusunu ya da etki-tepki sürecini içermektedir”. Evrende her nesne ve varlık
kendi içinde negatifini, kendi karşıtını ve çelişkisini içermektedir.
Hegel’e göre tarih diyalektik bir gelişme
sürecidir. Bu süreç rasyonel doğruya yönelik bir ilerlemedir.
Diyalektik değişme sürecinin dört yasası
bulunmaktadır: bütünlük yasası, çelişme yasası, hareket yasası ve nitel değişme
yasası.
Her bir yasa ancak diğerleriyle ilişkili
olarak ve bir bütün içinde ele alındığında anlam kazanmaktadır.
Marx, Hegel’den farklı olarak; maddenin ve
varlığın düşünceden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini savunmaktadır.
Marx’a göre, düşünce maddeden üretilmektedir.
İnsanın üretmesi, bölüşmesi ve tüketmesi bu
toplumsal yaşantı ve ilişkiler içinde gerçekleşmektedir. Marx’a göre, insanlar
kendilerini ve toplumlarını maddi anlamda ancak toplumsal emek aracılığı ile
üretmektedirler.
Marx’a göre, ihtiyaçlarını karşılamak için
üretmek zorunda olan insanın doğaya karşı verdiği mücadele, tarihsel materyalizmin
ilk hareket noktası ve ilk diyalektik çelişkidir.
Marx’ın
Toplum Analizi
İnsan kendi varlığının devamı ve toplumun
gelişimi için; diğer bir deyişle toplumsal yaşamın yeniden üretimi için, emeğiyle
çalışmak ve üretmek zorundadır.
Marx’ın tarihsel maddeci toplum analizine
göre, bir toplumu anlamak için o toplumun altyapı ve üstyapısına bakmak
gerekir. Bir toplumun altyapısı (ekonomik temel) üretim
güçleri ve üretim ilişkilerinden oluşmaktadır.
Üretim güçleri üretim için gerekli üretim
araçlarını yani o toplumun üretim yeteneğini ifade etmektedir. Üretim ilişkileri
ise, üretim güçlerinin mülkiyet ilişkilerini içermektedir.
Üstyapısı ise, o toplumun yasal ve siyasi
kurumlarını, düşünme biçimini, ideoloji ve felsefesini içermektedir.
Marx’a göre gerçekliği belirleyen bilinç değildir.
İnsanların bilincini belirleyen toplumsal gerçektir. İnsanların düşünme biçimi
içinde yer aldıkları toplumsal ilişkiler tarafından belirlenmektedir.
Toplumsal yapının temel niteliği değişimdir.
Değişim ise, o toplumdaki çatışmayı yani sınıflar arası mücadeleyi
içermektedir.
Devrimci dönemlerde bir toplumun üretim güçleri,
o toplumun üretim ilişkileri (mülkiyet ilişkileri) ile çelişkiye düşer.
Marx’a göre “Çatışma olmadan ilerleme olmaz.”
Marx insanlık tarihini üretim biçimine göre
ilkel komünal, asyatik, antik, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum olarak
özgül tarihsel dönemlere ayırarak sınıflandırmaktadır.
İnsanlığın ilk dönemini ilkel komünal toplum oluşturur. Bu dönemde özel
mülkiyet ve sınışara rastlanmaz.
Asyatik üretim biçimi Batı dışı uygarlıkların yaşadığı toplum modelidir.
Bu toplum modelinde işçiler devlete bağımlı
olarak yaşamaktadır.
Özel mülkiyetten sonra ortaya çıkan ilk
toplumlar, antik toplumlardır. Bu toplumlar
efendiler ve köleler olmak üzere iki sınıftan oluşmaktadır. Feodal toplumda ise, efendilerin yerini toprak
sahipleri, kölelerin yerini ise toprak sahiplerine bağlı ve onların topraklarında
çalışmak zorunda olan köylüler almıştır. Feodal toplum sonrasına denk düşen kapitalist toplum üretim araçlarına sahip burjuvazi ve
emek gücünü ücret karşılığı satmak zorunda kalan işçi sınıfından oluşmaktadır.
Marx, kapitalist toplumda yer alan bu iki temel sınıf arasındaki çatışmanın
sonucunda sınıfsız bir toplumun oluşacağını (sosyalizm)
öngörmüştür.
Sınışı toplum yapısında ise, üretim
güçlerine sahip toplumsal sınıflar, kendi çıkarları için üretim araçlarının
özel mülkiyetinden yoksun olan diğer sınıfları sömürmektedirler. Tarihin akışı
bu sınıflar arasındaki çatışmaya dayanır.
Marx’ın toplum teorisinde özel mülkiyet kilit rol oynar. Diyalektik yönteme göre
ilkel toplumlar, özel mülkiyete yer vermediği
için tez; özel mülkiyetin ortaya
çıkmasından sonra görülen toplum modelleri antitez ve sınıf çatışmalarının son
bulacağı sosyalizm sentez olarak
sunulur.
Marx’a göre kapitalist toplum, sınıfların
olduğu son toplum biçimidir.
İnsanlığın tarihsel gelişim süreci içinde
oluşacak sınıfsız toplum ise sosyalizmdir.
Sınışı toplumlarda insanlık kendi yaratıcı
doğasına yabancılaşmıştır.
Tarihsel olarak bu diyalektik süreç içinde
insanlık tekrar kendi doğasına dönerek yabancılaşmasından kurtulacaktır.
Yabancılaşma
Marx’a göre insanı diğer canlılardan ayıran
en önemli unsur, yaratıcı üretim faaliyeti ile içinde bulunduğu dünyayı biçimlendirme
ve değiştirme kapasitesidir.
Marx’a göre, emek “insanın kendi kendini
gerçekleştiren özü” dür. İnsan kültürünün özünü emek oluşturmaktadır.
Diğer bir deyişle, kültür ancak emek araçılığıyla
gerçekleşen insan faaliyetinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır
İnsanlık tarihi insanın doğa üzerindeki
denetimini sağlamasının ve yabacılaşmasının tarihidir. Yabacılaşma,
“insanların kendi yarattıkları güçlerin kendi karşılarına yabancı güçler olarak
çıktığı, onların egemenliğin altına girdikleri bir durum olarak” tanımlanmaktadır.
Yabancılaşma teorisinin dört ana özelliği şunlardır:
İnsanın doğadan, kendisinden, türsel varlığından ve başkalarından yabancılaşması.
İnsanın doğadan kopması anlamına gelen
yabancılaşmada, insan doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine yeni
bir dünya kurar.
İnsanın kendine, türsel varlığına ve başkalarına
yabancılaşması ise kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı
bir yabancılaşmadır.
Kapitalist toplumda çalışma, işçinin yaşamını
sürdürmesi için bir araca dönüşmüştür. Üretim sürecinde makinenin bir parçası
haline gelen emek, neyin, ne kadar üretileceğinin bilgisinden yoksundur ve
kendi yaratıcı potansiyelini gerçekleştiremez.
Din
Teorisi
Marx için din, hâkim sınıfın hâkimiyetini
ve baskısını meşrulaştıran bir mittir.
Din ve benzeri mistik açıklamalar, Marx’a
göre insanın kendi hayal ürününden başka bir şey değildir.
Dinsel ve benzeri mistik açıklamalar,
özellikle sınışı toplumlarda egemen sınıfın imtiyazlı sınıfsal çıkarlarını ve hâkimiyetini
meşrulaştırma araçlarına dönüşmüşlerdir.
Marx aynı zamanda dinin baskı ve sömürü altındaki
kesimlerin acılarını katlanılır kılmaya çalıştığını da vurgular. Din, acımasız
bir dünyada ezilenin sığındığı bir duygudur.
Kapitalizm
Başyapıtı olan Kapital’de kapitalizmin
analizini yapar.
Klasik iktisatçılar kapitalist ekonomide, ekonomiye
konu olan olay ve olguların sadece görünen yönünü analiz etmişlerdir. Oysa ona
göre, görüneni değil görünenin ardında yatan gerçek toplumsal ilişkilerin açığa
çıkarılması gerekir. Bu anlamda Marx’ın kapitalizm analizi, aynı zamanda klasik
iktisadın eleştirisini içeren bir bakış açısına sahiptir.
Klasik iktisatçılar ekonominin yasalarını
evrensel görmektedir. Marx’a göre ise her
ekonomik rejimin (üretim biçiminin) kendine özgü yasaları vardır.
Kapitalizm diğer
üretim biçimlerinden farklı olarak kendine özgü özel meta üretiminin en yüksek olduğu bir sistemdir. Diğer
bir deyişle, her şeyin alınıp satıldığı ve
her şeyin fiyatının olduğu bir sistemdir.
Özel meta üretim sistemi olarak kapitalizmin
özünü ise artı-değer (kâr) yaratma ve bu yaratılan artı-değeri sürekli
çoğaltmak oluşturmaktadır.
Meta
ve Meta Üretimi
Meta insan emeği tarafından üretilen, kullanım değerine ve değiş-tokuş
edilebilme özelliğine (değişim değeri) sahip bir üründür.
Tüm metaların ortak yanı, insan emeği tarafından
üretiliyor olmalarıdır.
Marx iki değişim türünden söz etmektedir.
Birinci tür değişimde, yani maldan mala giden değişim.
Bu süreçte herhangi bir fazla ya da kâr elde etme durumuna rastlanmaz. İkinci
tür değişimde, malın değişiminde para kullanılır
ve bu değişim türü maldan geçen para olarak tanımlanmaktadır. Özel meta üretim
sistemi olan kapitalizmin ayırıcı özelliği maldan geçen para değişimidir ve amaç
değişim süreci sonucunda başlangıçta sahip olunandan daha fazlasına sahip olmaktır
Üretim araçlarının kapitalist özel
mülkiyeti ve işgücünün metalaşması, özel meta üretim sisteminin temel koşullarını
oluşturmaktadır.
İşgücünün
Metalaşması
Marx, işgücü ya da iş yeteneğini bir insanın
bedeninde, canlı kişiliğinde var olan ve üretim sürecinde harekete geçirdiği
fiziksel ve ruhsal yeteneklerin tümü olarak ifade etmektedir.
İşgücünün metalaşması, bir meta gibi onun da
alınıp satılır hale gelmesidir.
İşgücü metanın hem kulanım değerini hem de
değerini yaratıyor olmasından dolayı, kapitalist üretim süreci hem kullanım değeri
üretme süreci hem de artı-değer üretme süreci olmak üzere ikili bir özelliğe
sahiptir.
Basit meta üretiminden farklı olarak,
üretime yaratılan sermaye artı-değer aracılığıyla sürekli çoğalmak zorundadır.
Sonuç olarak, kapitalist üretim süreci kulanım değeri ve artı-değer üretme
süreçlerinden oluşmaktadır.
Emeğin
Değeri
İşgücünün değeri herhangi bir malın değeri
gibi ölçülür. İşgücünün değeri kendisinin ve ailesinin geçinmesi için gerekli
mal ve hizmetlerin miktarına denk düşer. İşgücünün değeri, kendisinin ve
ailesinin yeniden üretimi için gerekli olan geçimlik mal ve hizmetlerin
(geçinim gereçleri) değeriyle belirlenir.
Artı-Değer
İşçi işgücünün değerini ücret biçiminde
almaktadır. İşçinin aldığı ücret, üretim sürecinde harcadığı belli bir zamana
denk düşmektedir. Çalışma süresinin belli
bölümünü kendisi, geri kalan bölümünü de patronu için harcamaktadır.
Marx iş süresini zorunlu iş süresi ve artı-iş
süresi olarak tanımlamaktadır. Zorunlu iş süresi işçinin aldığı ücrete karşılık
gelir. Artı-iş süresi işgücünün yarattığı
değerin kapitalist tarafından el konulan kısmını oluşturur. Artı-değer ise, işçi tarafından artı-iş sürecinde (fazla
çalışma) üretilen ve kapitalist tarafından el konulan değer miktarıdır.
Marx’a göre, kapitalist üretim sürecinde
sömürü oranı artı-değer ve işçiye ödenen ücret (sermaye) arasındaki ilişki
tarafından belirlemektedir.
Artı-değerin (sömürünün) artması için
kapitalist tarafından iki yol izlenmektedir: Birinci yol çalışma süresini
uzatmaktır. İkinci yol ise çalışma süresi değiştirilmeden emek verimliğinin artırılmasıdır.
Kapitalizmin
Çelişkileri
Art-değeri çoğaltma temelinde örgütlenmiş bir
ekonomide kapitalistler arası rekabet artar. Sistemin içsel çelişkilerinden
biri olan toplam kâr hadlerinin düşme eğilimi, süreç içinde ortaya çıkacaktır.
Kârların düşme eğilimi kapitalist sistemin belli aralıklarla ekonomik krizlere
girmesine neden olmaktadır. Kârların düşme eğilimi, ücretlerin düşmesine,
ücretlerin düşmesi ise, alım gücünün zayıflamasına neden olur. Ekonominin kendi
içindeki gerilim ve gerginlikleri (çelişkisi) kapitalizmin sürekli krizler
yaratan bir sistem olmasına neden olur. Bu kapitalizmin ‘sisteme dair çelişkisini’
oluşturmaktadır. Kapitalizmin diğer çelişkisi ise ‘toplumsal çelişkileridir’.
Sınıf çatışması toplumsal bir çelişkidir ve
kapitalizmin içinden gelişir.
Sınıf
Teorisi
Sınıflar üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiye
bağlı olarak belirlenirler.
Kapitalist toplum temel olarak iki sınıftan
oluşmaktadır. Birincisi, üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıf
(burjuvazi) ve diğeri ise mülksüzleşen ve ücret karşılığı çalışmak zorunda
kalan işçi sınıfıdır (proletarya).
Marx’a göre sınıf, öncelikli olarak bir karşıtlığın
(kutuplaşmanın) ifadesidir. Bir sınıftan söz etmek, önce onun karşıtı olan bir
başka sınıfın varlığını kabul etmek demektir.
Marx’ın sınıf teorisinde sınıfların oluşumunu
üretim sürecindeki ve üretim araçlarıyla olan ilişkileri çerçevesinde ele alması,
sınıfların nesnel konumunu ifade etmektedir. Bu nesnel konum ‘kendinde sınıf’ kavramıyla ifade edilmektedir. Ona göre,
örneğin işçi sınıfı öznel olarak ancak kendi çıkarlarının bilincinde olduğu
zaman ve kendi sınıfsal örgütlenmesiyle bu çıkarlarının peşine düştüğü zaman
gerçek sınıf olmaktadır. İşçi sınıfının sınıf bilincinin oluşması ve kendi çıkarlarının
peşinde koşması ise ‘kendi için sınıf’ olduğunu
göstermektedir.
İdeoloji
İdeoloji, Marx’ın dilinde gerçeklikteki ve
insan bilincindeki tersyüz olmayı ifade etmek için kullanılmaktadır. Marx’ın ideoloji
anlayışına göre, insan düşünceleri insan tarafından yapılan maddi gerçekliğin
bir ürünüdür ve gerçeklik ise devrimci pratik tarafından değiştirilebilecektir.
İdeoloji, insan zihninin kusurlarından değil,
maddi yaşam sürecinin çelişkilerinden doğmaktadır.
---
Klasik
Sosyoloji Tarihi
Editör:
Prof.Dr. Serap Suğur
Anadolu
Üniversitesi Yayını, No: 2685
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder