Frankfurt Okulu
3 Şubat 1923’te Almanya’da Frankfurt
Üniversitesine bağlı olarak kurulan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü 1960’larda
kısaca “Frankfurt Okulu” olarak anılmaya başlanmıştır. Okulun önde gelen üç ismi Theodor W. Adorno, Max Horkheimer ve
Herbert Marcuse’dür. Frankfurt Okulu, literatürde yaygın olarak Eleştirel kuram
ya da Eleştirel teori olarak da adlandırılır.
Frankfurt Okulu temsilcilerini birbirlerine
bağlayan nokta, insan özgürlüğüyle ve özgürlüğün modern dünyada farklı tahakküm
ve toplumsal baskı biçimleriyle nasıl sınırlandırıldığıyla ilgilenmeleridir.
Enstitünün kurucusu olarak kabul edilen kişi
o zaman bir doktora öğrencisi olan Felix Weil’dir.
Arkadaşları arasında bir profesör bulunmaması nedeniyle
Carl Grünberg Frankfurt’a davet edilmiş ve Enstitünün kurucu müdürü olmuştur.
Frankfurt Okulunun düşünce geleneği iki
kola ayrılmıştır. Birincisi Horkheimer, Adorno, Marcuse, Löwenthal, Benjamin,
Neumann ve Fromm gibi isimleri içerir. İkinci kolu ise Jurgen Habermas’ın yakın
dönem çalışmaları oluşturur.
Frankfurt Okulu, Batı Marksizmi olarak
bilinen ve (klasik) Marksizm’e eleştirel bir şekilde farklı bir yorum getirmeye
çalışan akımlarından birisini oluşturur. Frankfurt
Okulu kuramcıları hem toplumsal gelişme için alternatif bir yol imkânı oluşturmaya
çalışmış hem de Ortodoks Marksizm’in dışarıda bıraktığı kültür, bürokrasi,
otoriterlik gibi konular üzerinde durmuşlardır.
Frankurt Okulunun
Tarihsel Gelişimi
Bottomore, okul tarihinin dört ayrı dönem
halinde ele alınabileceğini ifade eder.
1- İlk dönem 1923 ve 1933 yılları arasını
kapsar. Bu dönemde materyalist tarih kavramı çerçevesinde gelişme ve değişme
sürecindeki somut dünyayı araştırma konusu yapmışlardır.
2- İkinci dönem, Enstitü üyelerinin Kuzey
Amerika’daki 1933-1950 arasındaki sürgün dönemidir. 1930’dan itibaren
enstitünün çalışmaları Horkheimer ile felsefeye kaymaya başladı. Horkheimer
yönetimdeki bu dönemde Enstitü üyeleri kuramsal görüşlerini
sistematikleştirmişlerdir.
3- Enstitünün üçüncü dönemi 1950-1970 yıllarını
kapsar. “Yeni Sol”un ortaya çıkışıyla
hem Amerika’da hem de Avrupanın büyük kısmında Frankfurt Okulunun etkisi yayılmaya
başladı. Okulun gücü 60’lardaki öğrenci hareketiyle birlikte zirvesine
ulaşmıştır.
4- Adorno ve Horkheimer’ın ölümlerinden
sonra okulun gücü gerilemeye başlamıştır. Bu dönemde okul olmaktan çıkan
Enstitü Marksizm’den de büyük ölçüde kopmuştur. Koskoca Frankfurt Okulu’ndan
geriye Habermas kalmıştır.
Pozitivizme Yönelik
Eleştiriler
a) Toplumsal dünyayı doğal dünyanın devamı
niteliğinde gören pozitivizm, toplumsal gerçekliği de “doğal” bir gerçeklik
olarak görür. Tam da bu nedenle pozitivizm, toplumsal hayatın doğru bir şekilde
anlaşılmasını engelleyen yanlış yönlendiren bir yaklaşımdır.
b) Pozitivizm gerçekliği görünenden ibaret
olarak kabul eder. Mevcut yapıyla sınırlı kalan pozitivizm, bu tavrıyla yapısal
değişime de engel olur.
c) Bütün bilim dallarında tek bir bilimsel
yöntemin geçerli olduğunu savunarak bilgi tekelciliği yapan pozitivizm
bu tavrıyla teknokratik egemenlik biçimini desteklemiştir.
Pozitivist bilgi kuramı araştırma
nesnesini, araştırmacıdan kesin olarak ayırırken, Frankfurt Okulu düşünürleri
düşüncenin nesnenin bir kopyası olmadığını ifade eder.
Horkheimer’in pozitivizm eleştirisi üç
noktada yoğunlaşır:
1. Pozitivizm, insan varlığına mekanik bir
belirlenimcilik/determinizm şeması içerisinde yaklaşır.
2. Pozitivizm, dünyayı yalnızca deneyde
dolaysız olarak verilen biçimiyle algılar. Öz ve görünüş arasında bir ayrım
yapmaz.
3. Olgu ve değer arasında mutlak bir ayrım
koyarak bilgiyi insan isteminden ayırır (Max Horkheimer, Akıl Tutulması).
Okulun metodolojik ilkesi diyalektiktir.
Diyalektik, Okul için aynı zamanda politik bir ilkedir.
Adorno, diyalektikteki, tez-antitez-sentez
ilişkisini, sentez aşamasının bir uzlaşmayı tanımladığı gerekçesiyle
reddederek, bunun yerine “Negatif Diyalektik”
görüşünü geliştirir. Negatif diyalektik, diyalektik’ten farklı olarak, sürekli
bir olumsuzlamaya dayanır. Önemli olan tez-antitez aşamasının temsil ettiği
çelişkidir ve Adorno’ya göre bu çelişkiden kurtulmak boşunadır.
Frankfurt Okulu, kültürü üst düzey, maddi
varoluşu ise alt düzey kabul ederek bu ikisini zıtlaştıran yaklaşımlara her
daim karşı çıkmışlardır.
Marksist damardan beslendikleri halde
kültürel ve siyasal süreçlerin özerk bir varoluşa sahip olduğunu belirterek
ekonomik determinizmi reddederler. Bu noktadan hareketle araçsal rasyonalite
eleştirileri şekillenir. Araçsal rasyonalitenin köklerini kapitalizme değil
Aydınlanma projesine bağlarlar. Onlara göre Aydınlanma, bilim ve ilerleme
sloganlarıyla araçsal rasyonalitenin saltanatını tesis etmiştir.
Modern toplumda rasyonalite tarafından
üretilen baskı ekonomik sömürünün önüne geçmiştir.
Aydınlanmanın en önemli sorunu akıl
ilkesinin, Weber’in araçsal akıl dediği biçimde moderniteyi ve toplumsal kurumları
düzenlemesidir.
Frankfurt Okuluna göre Aydınlanma ile
birlikte ön plana çıkan “akıl” süreç içerisinde kendine eleştirel olmaktan çıkıp
eleştirdiği diğer mitler gibi kendisi de bir mite dönüşerek bireyleri her
yönüyle düzenlenmiş bir sistemin köleleri haline getirmiştir.
Eleştirel kuramcılara göre formel rasyonalite herhangi bir amaca ulaşmak için en
etkili araçları, nihai insani değerleri düşünmeksizin araştıran akıl olarak tanımlanabilir.
Eleştirel kuramcılar formel rasyonaliteyi adalet, barış gibi nihai insani değerleri
içeren tözsel rasyonalite ile çelişen bir “teknokratik düşünce” biçimi olarak görürler.
Tözsel rasyonelite = ideal içerik (adalet,
ahlak, erdem vs. insana yakıştırılan bütün değerler bu çatı altında tasavvur
edilebilir)
Formel rasyonalite = mükemmel biçim (burada
biçim, içerikle ters düşebilir ve bu Aydınlanma geleneğinin ve de modernitenin
umurunda değildir)
Frankfurt Okulu kuramcıları, kültür
endüstrisinin kapitalizmin tahakkümünü yaygınlaştırmak ve insanları ve onların
kültürel anlatımlarını metaya dönüştürmek için teknolojiyi nasıl kullandığını
ve aklı nasıl araçsallaştırdığını göstermeye çalışmışlardır.
Anlamın yitimi yabancılaşmış dünya anlamına
gelmektedir. Toplumsal yaşamın rasyonelleşmesindeki artışla birlikte modern birey
özerk anlamını tanıyamaz hâle gelir ve yabancılaşmış dünya yerini dünyevi
konformizme bırakır. Modern kapitalist toplumların ekonomik örgütlenişi,
araçsal aklın bu nihai zaferinin ve Aydınlanma’nın kendini yok edişinin
zeminini sağlar.
Herbert
Marcuse, Tek Boyutlu İnsan: Marcuse’a göre de
doğanın bilim ve teknoloji yoluyla egemenlik altına alınmasının zorunlu olarak
insanların egemenlik altına alınmasının yeni biçimine yol açmıştır. İnsanlar
kapitalist meta üretiminin normlarını ve değerlerini içselleştirdikleri ölçüde
kendi çıkarlarını takip etmekten alıkonulmaktadır. Bu süreçte hem akıl hem de
düş gücü körelmiştir.
İleri sanayi toplumunda, teknik akıl
geçerli kabul edilen tek akıl biçimi haline gelmiştir. Araçsal akıl, teknik ilerlemenin tek boyutlu dünyasını temel
değer olarak korumaktadır. Teorik akıl pratik aklın hizmetine girmiştir.
Kültür endüstrisi kavramı önemli ölçüde
modern kültürü kontrol edip denetleyen rasyonel olarak örgütlü-bürokratik yapılara
(televizyon, internet ve magazin gibi) gönderme yapmada kullanılmıştır.
Kitle Kültürü ve
Kültür Endüstrisi Eleştirisi ( Theodor Adorno – Kültür Endüstrisi / Kültür Yönetimi)
Kültür endüstrisi ile kitle kültürü,
endoktrinasyon (beyin yıkama) ve toplumsal denetim aracı olarak yukarıdan dayatılan
ve yönetilen bir kültürdür. Tüketici, kültür
endüstrisinin nesnesidir.
Endüstri ifadesi esas olarak yaşamın
ticarileşmesiyle bağlantılıdır.
Kültür endüstrisi kavramı üretim süreci dışındaki
“soyut bilincin” nasıl sömürüldüğünün/biçimlendirildiğinin analizini yapar. Bu
kavram altyapı- üstyapı ayrımını ortadan kaldırır.
Kültür endüstrisinin ürünleri metalaşan ürünler
değil, daha en başından piyasa için üretilmiş metalardır. Kültür endüstrisini harekete geçiren temel dinamik piyasadır
(para kazanmak ve daha çok para kazanmak…).
Kültür endüstrisi başlıca iki sürece dayanır.
1- Birincisi, kültür ürünlerinin standartlaşması
ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleşmesi sürecidir.
2- İkincisi, doğrudan reklâmla ilgili olan
süreçtir. Tüketimin değişim değerine göre düzenlenmesinde reklâm özel bir yere
sahiptir.
Adorno ve Horkheimer’a göre reklam, kültür
endüstrisinin yaşam iksiridir. Reklam kültür endüstrisinin ana dilidir,
üslubudur.
Kültür bir zamanlar bireyselliği
beslemekteyken şimdi uyumluluğu özendirmektedir. Kitle kültürü sayesinde eleştirellik
ortadan kalkmış ve her türlü kültür biçimi eleştirel analizden uzak basit eğlence
biçimlerine indirgenmiştir. Kültür endüstrisi
ürünleri özgürleşme ve ütopik nitelik taşımayan bir sanatsal biçim
üretmektedir.
Yeryüzüne inen yıldızlar başlıklı
çalışmasında Adorno, astrolojiyi de kültür endüstrisinin ürünü olarak görür.
Frankfurt Okulu üyelerine göre, modern
dünyada sanat, piyasanın dikte ettiği “amaçlı bir amaçsızlığa” dönüştürülmüştür.
Adorno ve Horkheimer için kültür
endüstrisinin rolü, aydınlanma maskesi altında kitle aldatmacısıdır.
Walter
Benjamin, Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri
(1936): Benjamin, mevcut teknolojik yeniliklerin ve popüler sanatın potansiyeli
konusunda iyimser bir bakış açısına sahiptir. Benjamin’e göre önemli olan sanatın/kültürün
toplumcu yönde siyasallaştırılmasıdır.
Faşizmin siyasi olarak gerçekleştirdiği
baskıcı birleştirmenin liberal demokratik toplumlardaki karşılığı, kültür
endüstrisinin toplumu etkili bir biçimde bütünleştirmesidir. Eleştirel kuramcıların en büyük kaygıları kültür endüstrisinin
pasifleşmiş ve yabancılaşmış bireylerden oluşan bir kitle toplumu yaratmasıydı.
Meşruiyet
Krizi, İletişimsel Eylem, Yaşantı Dünyası ve Sistem
Habermas, Aydınlanma projesini moderniteyi
tamamen reddetmeden eleştirir (doğrusu; Frankfurt Okulu’nu sisteme entegre
etmeye çalışır).
Habermas daha çok klasik yazarların çalışmalarıyla
büyük boy ve tam kapsamlı bir teori geliştirmeye çalışır. Bütün çalışmalarında belli
kişileri ve kuramları eleştirir ancak onlardan istifade etmeye de devam eder
(modernite çatısı altında örnekleri çok görülen işe yaramaz entelektüel
tipolojisi).
Habermas’ın bütün çalışmaları insan etkinliğinin
iki ayrı bileşeni arasında yaptığı analitik bir ayrıma dayanır;
1- iş veya emek (amaçsal-akılcı eylem) ile
2- sosyal veya sembolik etkileşim (iletişimsel
eylem).
Habermas’a göre Marx çalışmalarında emeğe
merkezî bir önem atfetmiş, etkileşimi/iletişimi ise göz ardı ederek onu emeğe
indirgemiştir. Habermas ise çalışmalarında iş/emek üzerinde değil iletişim
üzerinde yoğunlaşır.
Habermas’ın söylediklerine bakarsak gerek
Weber gerekse Frankfurt Okulu, rasyonalite kavramını dar bir çerçevede ele
almışlardır. Habermas’a göre ise rasyonelleşme daha fazla ahlâki kavrayış
kazanmayı ve ahlâki değerlerin evrenselleşmesini de gerektirir. Bu sayede
modern dünyanın temel sorunu rasyonelleşme değil, belli bir tip
rasyonelleşmedir diyebilmiştir! Bu sorunu aşmanın yolu ona göre, iletişimsel
rasyonelleşme ile mümkündür. Bu nedenle Habermas için eşitlikçi toplum ve
demokrasi kavramları oldukça önemlidir.
Habermas kendi araçsal ve iletişimsel
rasyonalite ayrımını iki farklı toplumsal gerçeklik alanında, yaşantı-dünyası
ve sistem düzeyinde temellendirir.
Yaşantı dünyası kavramının içeriği Alfred
Schutz ve George Hebert Mead’in düşüncelerinden beslenir.
Habermas yaşantı
dünyasının temel bileşenlerini kültür, toplum ve kişilik olarak tanımlar.
Sistem, modern hayatın ekonomik ve siyasal/bürokratik alanına karşılık
gelir.
Sistem ve yaşantı-dünyası alanları sadece
bu ikisi arasında dolayımlanan dinamik bir kamusal alanın biçimlendirdiği ve
yönlendirdiği daha az sınıflara bölünmüş bir toplumda dengelenebilir.
Habermas geç-kapitalizm olarak tanımladığı
dönemde ekonomik krizlerin yanı sıra meşruiyet krizlerinin de önemini savunur.
Bu dönemde devlet, müdahalelerle ekonomik krizleri çözebilmekte; ancak bu
müdahaleler esnasında tüm talepleri uzlaştırabilme imkânı olmadığından bu sefer
de düşünsel bazda meşruiyetini yitirme krizine yol açabilmekte; farklı çıkarları
uzlaştırmada başarılı olduğu zaman da çalışma etiği ve rekabet dürtüsünün zayıfladığı
bir güdülenme krizine neden olabilmektedir.
---
Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304,
Eskişehir, Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder