Henri Lefebvre - Mekanın Üretimi – Notlar
Türkçeleştiren: Işık Ergüden
2. Basım, Sel Yayınları, İstanbul, 2014
Hülasa:
…mekân, toplumsal olarak ve insan ilişkileri aracılığıyla üretilir.
Doğal mekan – toplumsal mekan (ikisi de insana muhtaç)
Mekan kavramlarının tamamı toplumsal ürünlerdir.
Her üretim biçiminin mekânla belirgin bir ilişkisi vardır: kendine özgü bir mekân türü üretir, üretim biçimi, mekanı biçimlendirir / ya da şöyle söyleyelim: üretim süreçleri, boşluğu mekana dönüştürür.
Mekanın diyalektiği:
Toplumsal pratikler, süreklilikleriyle Lefebvre’nin mekânsal pratik dediği kategoriyi oluşturur. Toplumsal pratikleri bu şekilde tanımlar.
Mekana dair söylemler mekan temsilleri adını verdiği ikinci kategoriyi oluşturur.
Mekana dair söylemin tanım halini almasını temsili mekan kavramıyla ifade ediyor. Bu kategori egemenin söylemi ve pratiğinde görülebilir.
Mekanın üretim biçimleri:
Mutlak mekan, ilkel yerleşimlerde görülebilen doğaya dahil olarak düzenlenen, üretilen mekandır. Mutlak Mekân, avcı ve toplayıcıların (ilkel) uygulamalarıyla türemiştir. İnsan burada kozmosla uyum içindedir. Doğal güçler göz önündedir ve insanların nazarında anlam yüklüdürler. Bu nedenle mutlak mekan diye tanımlanıyor.
Tarihsel mekan, ilkel mekan organizasyonun köy, kasaba ve şehir halini aldığı süreçlerdir.
Son aşama, soyut mekan; modern dünyada artık ortadan kalkmış olan mekanı ifade eder.
…
Toplumsal mekan, iç içe geçmiş toplumsal mekanların çoğulluğudur. Kitaptaki bu bölüm, çeşitli toplumsal mekanlar arasındaki ilişkileri ve dolayısıyla üretim ilişkilerini inceler.
Mekân her zaman bir ikiliktir: eylem alanı (yer) ve eylem desteği (enerji akışlarını ve eylemleri kolaylaştıran yer sistemleri).
Küreselleşme ile özel mülkiyet arasında temel bir çelişki vardır. Kapitalist üretimlerin çeşitli yönlerinin (Fordizm) dağılması, mekânın tutarlılığını daha da zedeler.
Soyut mekân, diğer mekân türlerinin gelişimini ve ilerlemesini boğarak bir tahakküm aracı işlevi görür.
…
…birlikte çalıştığı Politzer, Friedmann, Nizan gibi düşünürlerle birlikte 1928 yılında Fransız Komünist Partisi üyesi oldu. 1940’da Fransız Direnişine katıldı. 1958’de Komünist Parti’den ihraç edilmesinin ardından, Strasburg Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olduğu yıllarda Sitüasyonistlerle ilişki kurdu.
…mekan konusunu toplumsal analizin, Marksist felsefe ve sol siyasetin gündemine taşıyan ilk düşünürlerdendir
…bu kitap, büyük dava adamı ve teorisyen Henri Lefebvre’in başyapıtıdır.
…
Remi Hess - Henrı Lefebvre ve Mekan Düşüncesi
1920-1930 yıllarında ufak tefek birçok işte çalıştığını söyleyebilirim. Mesela, İki yılı aşkın süre boyunca Paris’te taksi şoförlüğü yaptı...
İtalya’da, özellikle Toskana’da ya da Latin Amerika’da geçirdiği uzun yıllar kırdan kente geçiş üzerinde düşünme iradesinde azımsanmayacak bir rol oynadı...
Ellili yıllarda kırsal kesim sosyoloğu olan (İşgal döneminde tuttuğu notlardan yola çıkarak Pirenelerdeki Campan Vadisi üzerine bir tez yazdı) H. Lefebvre, 1970 yılında kent uzmanı oldu.
H. Lefebvre mekânın siyasal olduğunu, ademi merkeziyetçiliğin devletin merkeziyetçiliğine karşı çıkarılması gereken bir koz olduğunu gösteriyordu.
Mekanın Üretimi
Bir ürün olan mekân, etki ya da tepki yoluyla bizzat üretime müdahale eder
Kendince üretken ve üretici olan mekân, üretim ilişkilerine ve (iyi kötü örgütlenmiş) üretici güçlere dahildir. Mekan kavramı tek başına bırakılamaz ve statik kalamaz; diyalektikleşir: Ürün-üretici olan mekan, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayanağıdır.
Katı Marksist gelenekte toplumsal mekân bir üstyapı olarak görülüyordu. Başka şeylerin yanı sıra, hem üretici güçlerin hem de yapıların, mülkiyet ilişkilerinin sonucu olarak kabul ediliyordu. Oysa mekan, üretici güçlere, işbölümüne dahildir.
Toplumsal mekânın tarihi ve doğuşu içinde, şimdiki zamandan yola çıkıp doğuşuna doğru giderek, “geriye dönük” incelenişi; ardından da, imkanları ve geleceği öngörmeyi değilse de sezmeyi sağlayan güncele geri dönüş.
"sosyalizm” bir mekan yarattı mı? Yaratmadıysa, sosyalist üretim tarzı henüz somut olarak var olmadığındandır.
Eserin Amacı
Her eğitimli kişi de kavrama derhal bilgiççe bir terim ekliyor, örneğin “Öklidçi mekân” ya da “izotrop” veya “sonsuz” kelimesiyle birlikte anıyor…
Batı düşüncesinin çoğu tarihçisine göre, mekânın ve zamanın kategorilerin parçası olduğunu ileri süren Aristotelesçi geleneğe son veren Descartes’tı.
(Matematikçiler) Bunlar felsefeden kopmuş bir bilimin (ve bilimselliğin) yandaşlarıydılar ve kendilerini elzem ve de yeterli kabul ediyorlardı. Bu matematikçiler mekânı (ve zamanı) ele geçirip, burayı kendi alanları yaptılar; ama paradoksal bir biçimde mekânlarla birlikte bir belirsizlik icat ettiler: Öklidçi olmayan mekânlar, eğimli mekânlar, x boyutlu ve hatta sonsuz boyutlu mekânlar…
Mekan enerjinin ürünü olarak kabul edilir…
Nerede mekân varsa, orada varlık vardır.
…yeni mekan ancak farklılıkları vurgulayarak doğabilir (kendini üretebilir).
Kapitalizm ve neo-kapitalizm, “meta dünyası”nı, o dünyanın “mantığını” ve dünya ölçeğindeki stratejilerini, aynı zamanda da paranın ve politik devletin gücünü kapsayan soyut mekanı üretti. Bu soyut mekân, bankaların, iş merkezlerinin, büyük üretim birimlerinin devasa ağlarına dayanır. Keza, otoyolların, havaalanlarının, enformasyon ağlarının mekânını da kapsar.
Toplumsal Mekan
Hegelcilikte üretimin belirleyici bir önemi vardır. (Mutlak) İdea dünyayı üretir; bunun ardından, doğa insan varlığını üretir, insan varlığı da, sırasıyla, mücadeleleri ve emeğiyle, hem tarihi, hem de kendinin bilgisini ve bilincini, dolayısıyla başlangıçtaki ve sondaki İdea’yı yeni-den-üreten Tin’i üretir.
Doğa yaratır, üretmez
Toplumsal mekân formu buluşmadır, bir araya gelmedir
Heidegger için zaman mekândan daha önemlidir; Varlığın bir tarihi vardır ve tarih Varlığın Tarihi’nden başka bir şey değildir.
(Rappoport) Yazar, Fransa'da geleneksel olarak asla eve davet edilmediğini, ama kafeye, bara davet edildiğini (davet eden kimdir?) ileri sürmekte tereddüt etmez.
Dama tahtası şeklindeki çeşitli mekânlanın ortak kökeninin, merkezi bir iktidarın kısıtlayıcı eylemi olup olmadığını sorabiliriz.
Beden ve cinsellik
Kaba teknikler ve aşın görselleştirme de dahil olmak üzere, boğucu güçlerin egemenliği altındaki beden, parçalanır, kendinden çıkar: sahipsizleşir. Vaktiyle, Antikçağda ve o zamandan beri, bedene sahip çıkan beden kültür ve teknikleri vardı. Spor, jimnastik, böyle bir "beden kültürü"nün parodileri, taklitleridir; hele ki "bronzlaşma" ve tenin güneşe pasifçe sunulması.
Mekansal Arkitektonik
Mekânı işgal eden nedir? Bedendir.
Çiçek olduğunu, güzel olduğunu bilmeyen çiçek, n düzeninde bir simetriye sahiptir. Nasıl? Doğalaştırıcı doğa (Spinoza) ya da matematikçi tanrı (Leibniz) bunu bilir, çünkü onlar gülü hesaplamıştır!
Sonsuz zaman ve sonsuz mekan içinde son yoktur. Düşüncenin başı döner. İnsanlığın hiç desteksiz ayakta durması gerekir
Doğu halkları neden alçak mobilyalarla birlikte yer seviyesinde yaşarlar ve yemek yerken yere çömelirler? Neden Batı’nın katı, dik açılı, kasılmış davranışlar dayatan mobilyaları vardır? Bu davranışlar ile (ifade edilmemiş) bu kodları ayıran hudut neden dinsel ve siyasal sınırlarla örtüşür? Çeşitlilik, dillerin çeşitliliği kadar anlaşılmaz kalır. Belki de toplumsal mekânların incelenmesi bu sorulara cevap verecektir.
Mutlak Mekandan Soyut Mekana
Önceki bölümleri özetlersek: En başta biyomorfik ve antropolojik olan toplumsal mekân, bu dolayımsızlığı aşmaya çalışır.
Mekan içinde önceden var olan, ardından gelenin dayanağı olarak kalır.
mutlak mekân / tasarlanan değil, “yaşanan” mekândır,
Kapitalizmden önce şiddetin ekonomi dışı bir rolü vardır. Kapitalizmle ve dünya pazarıyla birlikte şiddet birikimde bir rol edinir. Ve böylece iktisadi olan egemen olur. İktisadi ilişkiler güç ilişkileriyle çakıştığı için değil, ondan ayrılmadıkları için. Ve şu paradoksla karşılaşırız: Savaşların mekanı, yüzyıllar boyunca, toplumsal hiçliğe gömülmek yerine, zengin ve kalabalık mekân halini alır, kapitalizmin beşiği olur.
Savaş ne üretir? Batı Avrupa’yı, tarihin, birikimin, yatırımın mekanı, ekonominin zafer kazandığı emperyalizmin temelini.
Mekân, Hegel’e göre, tarihsel zamanı sonlandırır; mekânın efendisi devlettir. Devlet, eşzamanlı olarak, rasyoneli ve gerçeği gerçekleştirir. Şiddete gelince, Hegel onu mücadele, aktif negatiflik, savaş, çelişkilerin ifadesi gibi spekülatif kategorilere dahil eder. Marx ve Engels ise, iktisadi temel olmadan, sınıflar mücadelesi olmadan, iktisadi bakımdan egemen sınıfın “ifadesi” olmadan “saf’ ve mutlak şiddet olamayacağını gösterdiler, çünkü devlet maddi kaynaklara başvurmadan, üretici güçler ve üretim ilişkileri içinde akseden bir hedef olmadan kurulamaz. Şiddet ebedir
(Marx yine de korsanları, 16. yüzyıldaki altın kaçakçılığını, vb. dikkate aldı). Bu mekân modem devletin, onun doğum yerinin beşiği oldu.
…her devlet şiddetten doğar ve devlet iktidarı ancak bir mekân üzerinde uygulanan şiddetle varlık sürdürür.
Mekan söz konusu olduğunda, üretici emek tanrısallığın özüne taşınır. Tanrı, Kartezyen düşünceye göre, emek ile doğanın bir tür aşkın birliğini şekillendirir. İnsan faaliyeti, tanrısal yaratıcı faaliyeti taklit eder.
Çelişkili Mekan
Mekânın bilimi (geometri, topoloji) varsa, mekânın çelişkisi olamaz. Toplumsal mekânı oluşturan ikilikler (ikili özellikler) varsa, mekânın çelişkileri olamaz: İkilik çatışma değildir; tam tersi. Mekanın tutarlılık yeri ya da tutarlı yerlerin bir kümesi olduğu doğruysa; mekânın zihinsel bir gerçekliği olduğu doğruysa, mekânın çelişkisi olamaz.
Uç noktasına vardırılmış olan indirgemecilik, zamanın mekâna indirgenmesine, kullanım değerinin mübadele değerine indirgenmesine, nesnelerin işaretlere ve “gerçeğin” de semiyotik alana indirgenmesine yol açar. Bir başka indirgeme de buna eşlik eder: Diyalektik hareket mantığa ve toplumsal mekân da (tamamen biçimsel) zihinsel mantığa indirgenir.
…soyut mekan özü gereği ve en yetkin şekilde baskıcıdır
Makine şehirde değil kırda doğdu
Şehir bir makinedir
Mekanın Çelişkilerinden Diferansiyel Mekana
Soyut mekandaki çelişkileri listeleyerek çelişik mekan teorisini özetleyelim.
Birinci çelişki: nitelik-nicelik. Soyut mekân ölçülür.
Dolayısıyla başat eğilim, niteliksel olanın yok olması, bu kaba ya da nüfuz edici uygulamaların ardından ortadan kalkması yönündedir.
…
İktidar bütün mekânı denetlemek ister ve yönetebilmek için bölerek, “ayrık-birleşik”, “parçalı-homojenleşmiş” halde korur.
Toplumsal mekan, hakikatini oluşturan bir üretim teorisinden kaynaklanır.
(Boş zaman mekânı, / nihai "Çelişkili Mekân"dır )
Açılımlar ve Sonuçlar
Toplumsal ilişkilerin varoluş tarzı nedir?
Toplumsal ilişkiler, somut soyutlamalar, ancak mekânın içinde ve mekan aracılığıyla gerçek bir varlık bulur. Onların dayanakları mekansaldır.
Bilme, mevcut haliyle mekâna yönelik değildir, mekân modeli, tipi ya da prototipi üretmez, fakat mekanın üretimini sergiler. Mekanın bilimi (mekân-analiz) mekan kullanımını, niteliksel özelliklerini ön plana geçirecektir.
…mevcut haliyle felsefe, yol açtığı ve çözümleyemediği çelişkiler karşısında durmuştur.
Batı felsefesi bedene ihanet etti; bedeni terk eden büyük metaforlaşmaya aktif olarak katkıda bulundu; bedeni inkâr etti.
Hegel’den bu yana felsefenin ön plana koyduğu, Valery’ den bu yana çeşitli “modernler”in moda haline getirdiği sonluluğun acı analitiği, "dünya bitti, zaman tükendi, sonluluk karşımızda!” diye hiç durmadan tekrarlar.
Günümüzde mekan dünya ölçeğindedir (ve hatta yeryüzünün de ötesinde, gezegenler arası bir mekân söz konusudur)
Derinleştirilmiş eleştiri olmadan bilginin korunması yozlaşmaya yol açar.
Bütün çatışma ve itirazlar "sınıf mücadelesine” bağlanabilir.
"mekân devrimi" ancak büyük köylü ve sanayi devrimleriyle karşılaştırılarak kapanabilir / kavranabilir
Sovyet modeli kapitalist birikim sürecinin bir revizyonundan ve bir iyi niyetten, bu süreci hızlandırarak iyileştirme niyetinden yola çıkar.
“Çin yolu” ise bir kaygıya tanıklık eder. Bu kaygı, halkı ve bütün mekânı başka bir toplumun inşasına sürükleme kaygısıdır. Bunu da çoklu bir süreçte yapar: Zenginliklerin üretimi, iktisadi büyüme, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin gelişimi ve zenginleşmesi; dolayısıyla çeşitli malların mekan içinde üretimi ve giderek daha fazla sahiplenilen bütün toplumsal mekanın üretimi.
Bir yönelimden bahsediyoruz. Ne daha fazlası ne daha azı.
…
Sonsöz
David Harvey
1968’den sonraki yıllarda, kentleşmenin doğası ve mekânın üretimi konularına yönelik yoğun bir sorgulamayla meşgul oldu. 1968 ile 1974 yılları arasında, bu mesele üzerine yedi kitap yazdı ve Mekanın Üretimi'yle bu seri doruğa ulaştı.
Lefebvre, bu kitapta, felsefeye olan derin bilgisini, Hegel, Marx, Nietzsche ve Freud üzerine tefekkürlerini, şiirle, sanatla, müzikle ve şenlikle olan tecrübi tesadüflerini, sürrealistler ve sitüasyonistlerle olan ilişkilerini, hem bir düşünce akımı hem de bir siyasal hareket olarak Marksizm’le olan yoğun bağını, hayatın kentsel ve kırsal koşullarına yönelik sosyolojik soruşturmalarını, bütünlüğü ve diyalektik metodu özgün bir şekilde kavrayışını kullanır.
Lefebvre, yaşamın bir proje olarak yaşanması gerektiğinde ve yalnızca manası olan entelektüel ve siyasal projenin bir yaşam olduğunda ısrar eder.
…
https://sites.ualberta.ca/~rshields/f/prodspac.htm
HENRI LEFEBVRE: MEKANIN ÜRETİMİ
Bu bilgisayar listesi, 'Henri Lefebvre'nin La Production de l'Espace'inin İngilizce Özeti'ni, Sussex Üniversitesi, Brighton, Birleşik Krallık Kentsel ve Bölgesel Çalışmalar Çalışma Belgesi 63 (Nisan 1988) olarak yeniden üretmektedir.
Bu Özet'in ilk versiyonunun dayandığı orijinal okuma notlarını hazırlayan Frederic Jameson'a minnettarlığımı belirtmek isterim. Ancak tüm çeviriler bana aittir ve neyin dahil edileceği, neyin özetleneceği ve nasıl yeniden ifade edileceği kararının sorumluluğu bana aittir. Ayrıca, M. Enders tarafından 1. Bölüm'ün çevirisinin Antipode 8. 31-5'te mevcut olduğunu da belirtmek gerekir .
Not: Donald Nicholson-Smith'in 1991 tarihli İngilizce çevirisi artık The Production of Space (Oxford: Basil Blackwell) başlığıyla mevcuttur. Bu eserle arasındaki en büyük fark, Nicholson-Smith'in "les spaces de représentation"ı "temsili mekanlar" olarak yorumlamasıdır (bkz. R. Shields Lefebvre - Love and Struggle. A Spatial Dialectics (Routledge 1999)).
Çeviri telif hakkı Rob Shields'a aittir 1988. Giriş telif hakkı Rob Shields'a aittir 1987.
Sayfa numaraları ve bölüm numaraları La Production de l'Espace 1981 Editions Anthropos Paris'in 2. Fransızca baskısına aittir.
Rob Shields GİRİŞ
Fransız Marksizminin gelişimine aşina olmayan İngiliz okuyucular için Lefebvre'i kısaca tanıtmak gerekir. Her ne kadar sıklıkla atıfta bulunulmasa da, Henri Lefebvre'in düşüncesi yirminci yüzyıl ortası Fransız entelektüellerinin söyleminin temelini oluşturur. Belki de yalnızca Sartre'ın eserleriyle eşit olan Lefebvre, 1968 öncesi Fransız varoluşçu Marksizminin merkezi bir temsilcisiydi. Önemi kısmen Fransa'daki sosyal teori sahnesinde uzun süre yer almasından kaynaklanır; ancak diğer yandan, çok yönlü kapsamı ve yelpazesi genel olarak göz ardı edilmesine yol açmıştır. Özellikle İngilizcede, çelişkili değerlendirmeler Lefebvre'in tam olarak hangi katkıyı sağladığı konusunda genel bir şaşkınlığa yol açmıştır. Bazı yazarlar,
düşüncesinin ortaya çıkardığı potansiyellere duydukları coşkudan dolayı, çalışmalarını son derece olumlu bir ışık altında sunmuşlardır (Soja 1980; 1985).
Diğerleri ise, tartışmalarının merkezinde yer alsa bile çalışmalarını neredeyse tamamen görmezden gelirler (Poster 1975). Eserlerinin çok azı çeviri olarak mevcuttur ve İngiliz şehir çalışmaları literatüründe edinilen genel izlenim, Castells'in erken dönem eserlerinin kısmi okumasına (Martins 1982) ve Lefebvre'in sıklıkla belirsiz tutumuna ve her zaman zor üslubuna yönelik yapısalcı eleştirisine (Castells 1977) dayanmaktadır. Gottdiener'in (1985) eserleri gibi daha yeni çalışmalar, Lefebvre'in Hegelci diyalektiğini politik bir ekonomiye indirgemektedir. Böylesi bir kafa karışıklığı, Lefebvre'in gerçek katkılarının gizlenmiş gibi görünmesine yol açmaktadır. Lefebvre'in sonraki dönem eserlerinin Fransa dışında bulunamaması, önemlerini ve teorik özgünlüklerini gizlemektedir. Umuyoruz ki, Basil Blackwell yayıncıları son beş yıldır üzerinde çalıştıkları çeviriyi 1988'de tamamlarlar. Bu makale, Lefebvre'in dört yüz sayfalık La Production de l'espace analizinin İngiliz sosyologlar ve kent kuramcılarının çalışma diline yansımalarını taslak halinde sunmaya çalışan, devam eden bir projenin parçası olarak değerlendirilebilir. Etkisi 1970'lerden beri kesinlikle azalmış olsa da, Perry Anderson'ın da belirttiği gibi, Fransız akademik camiasının sevilen bir yabancısı olmaya devam ediyor.
``Marksizmin genel bir krizine'' rağmen... Hiçbir entelektüel değişim evrensel değildir.
Bu yıllardaki genel tutum değişimine karşı, en azından önemli bir istisna, göze çarpmaktadır.
Batı Marksist geleneğinin yaşayan en yaşlı temsilcisi... Henri Lefebvre, seksenli yaşlarında ne eğilmiş ne de dönmüş, Sol'un büyük bir kısmı tarafından genellikle göz ardı edilen konularda sarsılmaz ve özgün eserler üretmeye devam etmiştir. Ancak böylesi bir istikrarın bedeli, göreceli bir izolasyon olmuştur. (Anderson 1983:30)
Kojève gibi "kurucu figürlerle" aynı dönemde yaşayan (1937-1939 yıllarında Hegel üzerine verdiği dersler Queneau tarafından derlenmiş ve daha sonra Hegel Okumaya Giriş (1947) adıyla İngilizceye çevrilerek yayınlanmıştır) Lefebvre'in diyalektik materyalizm üzerine çalışmaları, ona Fransa'da "diyalektiğin babası" unvanını kazandırmıştır. İngilizce konuşan Marksistler arasında en çok bu çalışmalarıyla tanınır. 1930'ların başlarında, Norbert Guterman ile birlikte Marx'ın 1844 tarihli ekonomik ve politik el yazmalarının ilk Fransızca çevirilerini yayınlamış ve sonraki otuz yıl boyunca bir dizi antolojide Marx, Engels ve Lenin'in birçok önemli eserini tanıtmış ve bunlar üzerine kapsamlı yorumlar yazmıştır. Bu eserler, Fransa'da Marksizmin yayılmasının temelini oluşturan Hegelci canlanmaya katkıda bulunmuştur.
Hegel'in idealizmi ile Marx'ın materyalizmi arasında arabuluculuk yapmaya çalışan Lefebvre, ideoloji sorununa ve kültürün ve dolayısıyla üretim biçimlerinin yeniden üretimindeki rolüne olan ilgiyi teşvik etti (Le Matérialism Dialectique, 1939). La Conscience Mystifiée (1936) adlı kitabıyla başlayan bu tematik yaklaşım,
Fransız entelektüel düşüncesinde Bourdieu'nün çalışmalarında günümüze kadar devam etti. Özellikle dikkat çekici olan, Marx'tan ödünç aldığı, bilincin gündelik yaşamın yürütülmesindeki maddi pratikler aracılığıyla üretildiği tezinin merkeziliğidir. Fransız toplumsal düşüncesinin bu sorunsaldan etkilenmemiş hiçbir dalı yoktur. Komintern Marksizminin Parti doktrinine yönelik çığır açıcı eleştirileri (Problèmes actuels du marxisme, 1958), ona ün kazandırdı ve sonunda Parti Communiste Français'den ihraç edilmesine yol açtı . İndirgemeciliğe karşı bu duruşu, Althusser, semiyoloji ve Sartre varoluşçuluğuna yönelik eleştirilerini de karakterize etti. Lefebvre, 1950'lerin sonlarında ve 1960'larda günlük hayata ilişkin çok ciltli çalışmalarıyla (Critique de la vie quotidienne (1958), Fondement d'une sosyoloji de la quotidiennété (1961), La Vie quotidienne dans le monde moderne (1968)) Fransızların Marksizmi yeniden değerlendirmesinde merkezi bir rol oynamaya devam etti.
PCF'nin dergisinde önemli makaleler yayınlamaya devam etmesi önemliydi . Lefebvre, Bourdieu'nun Eskiz d'une theorie de la pratique (1972) ve "Günlük Yaşam" okulunun diğer temsilcilerine (daha sonra de Certeau (La Vie quotidienne, Günlük Yaşam (1984) olarak çevrilmiştir) ve Debord (La Société du spectacle (1972)) gibi isimler tarafından temsil edilmiştir) öncülük eden Fransız Neo-Marksizminin kurucu girişiminde yer almıştır.
1960'lar boyunca yapısalcılığa yönelik açık sözlü eleştirisi, ona post-yapısalcılığın öncüleri arasında bir konum kazandırmıştır.
Dil, ideoloji ve iletişimin yeniden değerlendirilmesi. Mayıs 1968'de Nanterre'de 'büyük profesörlerden' biri olarak bulunması, en çok hatırlanan çağrışımlara yol açtı. Nitekim 1968, Lefebvre'in fikirlerinin önemli bir sınavı olarak görüldü; ana sloganı "au dessous les paves, la plage" ("kaldırımın altında plaj"), Lefebvre'in mekânsal stratejilerini ve kentsel ortamı, oyun ve oyun alanını rasyonellik ve üretkenlik lehine bastırması açısından eleştirmesini yansıtıyordu. 1968 öğrenci ayaklanmasının başarısızlığı, Fransız entelektüelleri arasında alternatif formülasyonlar arayışını hızlandırdı. Lefebvre, Avrupa solunun bu "büyük ihtiyarına" olan borcunu ancak on yıldan fazla bir süre sonra yeniden kabul eden Castells gibi kişiler tarafından sert bir şekilde eleştirildi (Castells 1983). Lefebvre'in kent yaşamına olan ilgisi 1956 yılına dayanır. Şehircilik üzerine çalışmaları arasında Le Droit à la ville (1968), Du rural à l'urbain (1970), Révolution urbaine (1970) ve başlıca eseri La Production de l'espace'den (1974) önce gelen La Pensée marxiste et la ville (1972) yer alır. Lefebvre, çocukluğunu geçirdiği Occitaine'in (Les Temps de méprises 1975, Bölüm 9) endüstrileşen manzaraları üzerine düşünürken, uygun bir mekânsal tutum, alışkanlık ve bölgesel bölünmeler sisteminin üretilmesinin kapitalizmin hayatta kalması için elzem olduğunu savunur. Bu gelişme Marx tarafından öngörülmemişti. Dolayısıyla Lefebvre, tarihsel materyalizmin mekânsal bir sorunsal üzerine yönlendirilmesinin gerekli olduğunu savunur (Soja 1985:108). Pratikte bu, ilk başta gündelik yaşam sorunsalına odaklanan ve daha sonra genel olarak toplumsal ilişkilerin mekânsallaşmasını da kapsayacak şekilde genişletilen bir dizi "yaklaşım"ının uzantısı olarak gelişti. Bu, şu tezlerle özetlenebilir: (1) toplumsal mekân, genel olarak üretim ilişkilerinin ve tüm unsurlarıyla birlikte "toplum"un yeniden üretildiği yerdir ve (2) kapitalizmin iç çelişkileri, mekânsallığın ve coğrafi mekânı işgal etme biçimlerinin aracılık eden bir sisteminin geliştirilmesiyle yönetilmiştir. De l'Etat'ın (1978) dördüncü cildinde bu, şu şekilde geliştirilmiştir: (3) bu kapitalist mekânsallaşmanın üretimi, "devletçi üretim biçimi" olarak adlandırdığı şeyi denetleyen Devletin faaliyetleri aracılığıyla gerçekleştirilir.
Mekânsallık, üretim ve tahakküm ilişkilerinin yalnızca bir ürünü değil, aynı zamanda üreticisi ve yeniden üreticisi, hem tahsis edici hem de otoriter bir güç aracıdır. Sınıf mücadelesi ve diğer toplumsal mücadeleler, bu nedenle giderek daha fazla mekânsallıkları içinde kapsanmakta ve tanımlanmakta ve mekânsallıklarının ``şebekesine'' hapsolmaktadır.
Dolayısıyla toplumsal mücadele, bu "mekânın" toplumsal üretimi üzerinde kontrolü yeniden kazanmak için bilinçli ve politik olarak mekânsal bir mücadele haline gelmelidir. (Soja 1985:110 (tırnak işaretleri eklenmiştir))
Kentsel mücadeleler ve 68 Mayısı deneyimiyle doğrudan ilgilenen ilk çalışma setinin ardından, Production de l'espace, Lefebvre'in kentsel analizinin 'ikinci anının' temel taşını oluşturur. Bu, Lefebvre'in New York Modern Sanat Müzesi tarafından desteklenen 'Post-Endüstriyel Toplumun Kurumları' adlı kolokyuma 1972'de yaptığı katkıyla başlamış sayılabilir . "Kentselliğin" --kentselliğin-- özünü, "bir merkezilik" içinde bir araya getirilen birçok ayrı toplumsal etkileşimin eşzamanlılığı olarak tanımladıktan sonra, Lefebvre, değişen kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin kentsel alana erişim ve katılım kalitesi üzerindeki etkisini analiz etmeye başlar . Lefebvre'in daha önceki yaklaşımları neredeyse yalnızca "kentsellik" kavramının bu yönüne odaklanmıştı ve Castells (1977) tarafından muğlaklıkları ve yapısalcılık karşıtı eğilimleri nedeniyle eleştirilmişti. Castells'in La Question Urbaine adlı eseri birçok kişi tarafından neredeyse yalnızca Lefebvre'in 1972 öncesi çalışmalarına Althusserci yapısalcı bir yanıt olarak görülüyordu (örn. Martins, 1982:166; Gottdiener, 1985). Castells'in itirazları, Castells'in alternatif formülasyonuyla kabul ettiği zorluklar ve bu formülasyonun Lefebvre'in sonraki çalışmalarına uygulanamazlığı sorunu, yazarın 1986 tarihli tezinde (Carleton Üniversitesi, Ottawa) değerlendirilmektedir. Lefebvre'in 1972 sonrası çalışması, Production de l'espace'de yeniden kavramsallaştırılıp daha sonra De l'Etat'da (Cilt 4, 1978) yeniden ifade edildiği şekliyle, "mekan" analizini, " mekan" üzerine söylemlerin eski eşzamanlı düzeninden (mimari olarak, "bölgesellik" (Hall, 1969) ve toplumsal ekoloji (bkz. Ericksen 1980) üzerine sosyolojik metinlerde bulunan "toplumsal mekan" düzeninden), meta-düzeydeki mekan söylemlerinin toplumsal olarak üretildiği sürecin diyalektik keşfine taşır . Bu süreçte Lefebvre, "mekan"ın kavramsal ve toplumsal olarak uygulanan bir sisteminin varlığını ortaya koymaya çalışmıştır. Felsefe ve şehir planlaması tarafından yaygınlaştırılan hegemonik "mantıksal-epistemolojik" mekan teorisi . Dolayısıyla kitabın büyük bir kısmı, kapitalizm altında bireyin ve toplumun " mekan hakları"na yönelik bir eleştiriyi başlatmak için hümanist bir temel olarak mekanın radikal bir fenomenolojisini geliştirmeye ayrılmıştır. Bu fenomenolojik temel ve bundan geliştirilen sosyolojik eleştiri, La Production de l'espace'i özellikle politik ekonomi veya ekoloji geleneğinde yetişen ana akım şehir çalışmaları akademisyenleri için kafa karıştırıcı hale getirmiştir.
"l'espace"in Anlamı ve Tercümesi Hakkında Bir Not
"Uzay" veya daha doğrusu "l'espace", Lefebvre tarafından mecazi ve alegorik olarak kullanılır. Ne yazık ki Lefebvre'in "uzayın üretimi" ifadesi (Harvey, 1985 ve Soja, 1980 tarafından farklı şekillerde kullanılmıştır; ayrıca Shields 1991, Bölüm 1'deki tartışmama bakınız) çok sayıda yanlış düşünceyi aktarır ve Ortaçağ Skolastisizmine kadar uzanan bir yanlış anlama tarihinin öz adıdır. Bu tarihten alınacak ders, "uzay"ın üzerinde çok fazla konuşulması gereken, çok yüklü bir terim olduğudur. "Uzay" için kullanılan çeşitli sözcüklerin etrafındaki çok farklı kavram ve anlam alanlarının incelenmesi, birbirine yakın Batı dillerinde bile "uzay"ın yalnızca fiziksel bir kavramsallaştırma düzeyini (mesafe, alan vb.) değil, aynı zamanda toplumsal ve soyut düzeyleri de (örneğin, ilk düzey için "toplumsal alanlar" (Fransız literatüründe yaygın olarak kullanılır) veya "ön ve arka alanlar"
(Goffman 1973) kavramı ve ikincisi için "baş alanı" veya "söylemsel alan" gibi terimler) içerdiğini ortaya koymaktadır. İkinci sorun ise çeviriyle ilgilidir: "Uzay"ımız "l'espace" veya "Raum" değildir. Bunların hiçbiri Kant ve Leibniz'in "spatium" olarak adlandırdığı şeye karşılık gelmez ve Descartes'ın "extensio" olarak adlandırdığı şeyi de ifade etmez. Bu sözcüklerin anlam alanları tam olarak örtüşmez. İnuitlerin, bizim safça "kar" olarak bir araya getirdiğimiz şeyin (tarihlerinde çok önemli olan) nüanslarını iletmek için yirmi farklı ismi olduğu gibi eğer "mekan önemliyse", çeşitli mekânların/yerlerin/manzaraların çeşitli üretim/tüketimini kendi terimleriyle tartışmak/kavramlaştırmak için bir sözlüğe acilen ihtiyacımız var.1
Lefebvre, "mekan" olarak yalnızca manzaradaki şeylerin ampirik düzenini değil; aynı zamanda tutumları ve alışılmış pratikleri de kastettiği için, onun metaforik "l'espace"i, toplumsal düzenin "mekânsallaşması" olarak daha iyi anlaşılabilir.
Mekâna doğru bu harekette, "kültür" gibi soyut yapılar, mekânda somut pratikler ve düzenlemeler haline gelir. Bu terim aynı zamanda Lefebvre'in ısrarla vurguladığı "l'espace"in süreçsel doğasını da yansıtır. Yani, bu yalnızca inşa edilmiş çevrede elde edilmiş bir düzen veya bir ideoloji değil, aynı zamanda toplumsal aktörlerin eylemleri ve yenilikleri aracılığıyla içten sürekli değişime uğrayan bir düzendir. Bu argüman, Henri Lefebvre, Uzay Sorunu ve Postmodern Hipotez (Carleton Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 1986) ve Marjinlerdeki Yerler.
Modernitenin Alternatif Coğrafyaları (Londra, Routledge, 1991) adlı çalışmalarımda daha da geliştirilmiştir.
Notlar
1. "Mekân" ve "kentsel" söylemlerine yönelik eleştirilerin işaret ettiği sorunlardan kaçınmak istiyorsak, bu özellikle önemlidir . Gerçekçiler, "mekân" kelimesinin "içeriksiz bir soyutlama" olduğunu (Sayer 1985) ve bu nedenle ideolojiler ve dilsel bağlamlar arasında anlam ve çıkarım açısından farklılık gösterdiğini
hatırlatmakta haklıdırlar . Ancak "kentsel mekân" anlamındaki "mekân"ın gerçekliği, Marx'ın kullandığı anlamda (Kapital: I - yani meta gibi somut çıkarımları olan soyut bir biçim ) "somut bir soyutlama"dır ve kör bir ampirizmle kolayca reddedilemez veya kabul edilemez.
KİTABIN İÇERİĞİ
1. Çalışmanın Planı (Dessein de l'ouvrage s.7-84)
2. Sosyal Alan (L'Espace Social s.85-196)
3. Uzayın Mimarisi (L'Architectonique Spatiale s. 197-264)
4. Mutlak Uzaydan Soyut Uzaya (De l'Espace Absolute à l'Espace Abstrait s.265-336)
5. Çelişkili Uzay (L'Espace Contradictoire s.337-406)
6. Mekanın Çelişkilerinden Farklılık Mekanına (Des Contradictions de l'Espace à l'Espace
Différentiel s.407-460)
7. 'Ayrılmalar' ve Sonuçlar (Ouvertures et Results s.461-485)
1. Çalışmanın Planı
1.1-1.13 Lefebvre, uzaya dair bir dizi geleneksel felsefi yaklaşımı özetlemektedir:
-Descartes'ın etkisinden sonra, uzayın bir uzantı olarak ele alınması
-Uzaya dair erken dönem (kozmolojik) yaklaşımlar: Hegel, Marx ve Nietzsche,
çokuluslu, küresel kapitalizmin yeni durumu nedeniyle nispeten göz ardı edilmiştir ve bu durum yeni teorik sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
-Özellikle Einstein'dan sonra matematik ve fizikte uzay-zaman -kavramın metaforik olarak benimsenmesi: örneğin
"zihinsel uzay", "resimsel uzay", "edebi uzay" vb.
-Özellikle şehircilikte (rasyonel arazi kullanım planlaması) ve semiyotikte uzay "bilimleri".
1.10-1.11 Mekânın bu kullanımlarının (ve disiplinlerinin) çokluğu, daha şüpheli
mekân pratikleri ve ideolojileri için ideolojik bir kılıftır. (Kavramın kullanım çeşitliliği göz önüne alındığında) ihtiyaç duyulan şey
, mantıksal-epistemolojik "mekân" (Kant, Hegel vb. filozofların mekânı) içinde,
fiziksel, zihinsel ve (en önemlisi) toplumsal olmak üzere diğer mekânsallık düzeylerinin varlığını gösterecek birleşik bir mekân teorisidir. Bu teorileştirme,
yukarıdaki farklı "düzeyler" arasındaki mesafeleri ve kopuklukları ortadan kaldırmayı değil,
aralarındaki aracılıkları, bunları birleşik bir çerçeveye oturtmayı ve yeni sentezlere ve yerleşik disiplin ikiliklerinin üstesinden gelme olanağı sağlamayı hedefleyecektir. Bu, mevcut disiplin anlayışlarının "yeniden kodlanması" yerine "üst kodlamasını" (mekânsal terimlere çevrilmesini)
içerecektir .
Yeni ve birleşik bir bilgi nesnesi
üretilmeyecek, bunun yerine,
halihazırda var olan nesneler, bölünmeler, mekânsal kodlar ve söylemler üzerine düşünmeyi sağlayan bir "söylem" üretilecektir. Bu proje daha önce (1)
gerçeküstücüler (örneğin Magritte, kabul görmüş olasılık ve nedenselliğin mekânsal kurallarına meydan okur); (2) Bataille'ın
yakınlık poetikası üzerine çalışmaları; ve (3) modern teknokrasilerin işleyişi (
düzenli üretim ve tüketim için "devletin mekânını" boyunduruk altına alıp düzenleyen) tarafından denenmiştir. Bunların hepsi, sembolik
veya başka bir şekilde, üç farklı mekân "düzeyini" ``birleştirme'' girişimini içerir [26-29 - bkz. aşağıda 2B]. Farklı ancak diyalektik olarak ilişkili "düzeyler" , devletin ve kapitalist iktidarın günlük işleyişinde
``mekan''ın gerçek işleyişinin anlaşılmasını engelleyen üniter ideolojilerde somutlaştırılmıştır .
1.13 "Uzay" ile ilgili üç hipotez:
I. Tüm uzay kavramları ve düzeyleri toplumsal ürünlerdir. Dolayısıyla tüm uzay toplumsal bir uzaydır. Bu "uzay" ne
şeffaf/okunabilirdir (semiyotik, idealizm [36] ne de opak veya doğaldır (materyalizm, doğa bilimi
anlayışı). Doğa, modern "uzay"ın kaynağıdır. Günümüzde, "kaldırılması" ve devlet parklarına
ve doğa rezervlerine bastırılmasıyla, doğal olan bir kalıntı veya iz olarak mevcuttur (geçmişteki tüm mekansal biçimler, sonraki
mekansal biçimlerde korunmuştur).
1.14 (Toplumsal) Mekân toplumsal olarak üretilir.
IIA. Her üretim biçiminin mekânla belirgin bir ilişkisi vardır: kendine özgü bir mekân türü üretir (bu nedenle,
bu mekân ile toplumsal yeniden üretim arasındaki ilişki sorusu hemen gündeme gelir). [40]
1.15-1.17
IIB. Mekân(lar)ın üçlü bir diyalektiği vardır [42-3]:
1. Mekânsal Pratik: Belirli toplumsal oluşumlara uygun belirli 'yerlerin', "yer" türlerinin ve hiyerarşilerinin
ve "mekânsal toplulukların" (yani kentsel gelişmeler/projeler-Ed.) üretimi ve yeniden üretimini içerir. Bu
pratik, toplumsal bir oluşumun tutarlı bir şekilde devam etmesini sağlar. Bu tür bir uyum,
toplumsal mekân ve bireylerin bu mekânla ilişkisi bağlamında, belirli bir ölçüde "mekânsal
yeterlilik" ve "mekânsal performans" (performativité) anlamına gelir.
2. Mekân Temsilleri ("Mekân" üzerine veya bu mekân hakkında söylemler - Ed.), üretim ilişkileri ve bunların dayattığı düzenle bağlantılıdır . En önemlisi, bu "temsiller" , kapitalist devletin rasyonel/mesleki iktidar yapısının temelini oluşturan
bilgi biçimlerinin merkezinde yer alır . Bunlar, baskın işaretleri, kodlamaları ve "önden ilişkileri" (Goffman'ın kullandığı anlamda) yapılandırır. 3. Temsil Mekânları (Egemen mekânsal "sistemler" söylemleri - Ed.) , sembolik direniş olarak sunulan karmaşık bir şekilde kodlanmış, kod çözülmüş ve/veya yeniden kodlanmış alternatifler alanı sunar . Bu , toplumsal yaşamın gizli ve yeraltı boyutuyla bağlantılıdır ve özellikle sanatta ifade bulur (Lefebvre bunu "temsil mekânları"nın "kodu" olarak görür - Ed.). Bunlar alternatif, devrimci, kurumsallaşmış mekan temsillerinin yeniden yapılandırılması ve yeni mekansal pratik biçimleri (Lefebvre işgali öneriyor; protesto aracı olarak önemli mekansal alanları ve binaları "işgal etme" geleneğinin doğuşu; gecekondu mahalleleri, barriolar ve favellalar , gıyabi toprak sahiplerini ve boş kentsel arazileri kayıran metalaştırılmış özel mülkiyet sisteminden mekanın "yeniden ele geçirilmesi" olarak (spekülasyon için tutuluyor - Ed.)
III. Üçüncü hipotez veya çıkarım: Lefebvre'in çalışma konusu, mekanın kendisi değil, mekanın üretim sürecidir.
Çeşitli tarihsel anlarda, yukarıdaki üç "düzey" farklı yapısal hiyerarşilerde birleşecektir (örneğin,
antik Doğu, Batı'nın mekan temsilleri ile temsil mekanları arasındaki ayrımını biliyor muydu?
İdeogram aynı anda her ikisidir) [53]. İdeolojilerin işlediği değişen mekansal ilişkiler göz önüne alındığında (örneğin,
bazı toplumsal oluşumlarda bu üç boyut birbirini güçlendirirken, bazılarında çelişkilidir),
eski ideoloji anlayışlarını yeniden değerlendirmek gerekecektir.
1.18
IV. Dördüncü hipotez veya çıkarım: Mekân ile üretim biçimleri arasındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturmak, yeni
tarihsel dönemselleştirmeler gerektirir [57]:
- Mutlak Mekân, mekân/doğaya "rağmen" hayatta kalan ilkel göçebenin mekânı. Bu mekân,
doğa parçalarında (mağaralar, zirveler, nehirler) hâlâ varlığını sürdürmektedir. Bu en arkaik düzeyin üzerinde,
- Tarihsel veya Göreli Mekân [60], Mutlak Mekânın politik bir ikamesi (ilk despotlar döneminde mekânın bölgeselleştirilmesi yoluyla
- Ed.) ortaya çıkmıştır. Bu, klasik Batı polisinde doruk noktasına ulaşır.
- Soyut Mekân, kapitalizmle örtüşür [60-65]. Kentsel planlamanın soyut ve insanlıktan çıkarılmış kodları tarafından yaşanmış, niteliksel mekân deneyiminin bastırılmasını ve kapitalizm
altında deneyimin homojenleştirilmesini içerir. - Bu aynı zamanda, sermaye altında mekânın homojenleştirilmesi ve birleştirilmesi karşısında bile paradokslar ve çelişkilerle karakterize edilen Çelişkili Mekân'dır [65]. Çağdaş mekanı kullanan ve onun egemenliği altında olanların sessizliği hakkında sorulması gereken politik sorular var : Direniş eksiklikleri veya diğer yandan sembolik ve çarpıtılmış direniş biçimleri. Örneğin, rasyonel kapitalizm, ulus-devletin himayesinde rasyonelleştirilmiş "üretim alanları" üretir; ancak bunun içerdiği arzunun bastırılması, "boş zaman alanlarının" (kaçış, inkâr, aptallık ve verimsizlik yoluyla direnişin özgür bölgeleri ) üretimine yol açar. Ancak bu aynı zamanda festival alanı ve karnavaleskin ( libidinal yoğunlukların ve enerjilerin serbest bırakılması) potansiyel bir alanıdır ve dolayısıyla planlı, rasyonel/homojen mekanın normatif düzenine karşı bir başkaldırıdır . Hipotez: Dolayısıyla , teori ve pratiğin bütün bir mekansal boyutunun geliştirilmesini gerektiren bir siyasi pratik alanı vardır [65].
1.19 “Mekânın üretimi” fikri, Avrupa sınıf mücadeleleri ve baskı tarihinin daha somut bir analiziyle ilişkilendirilebilir .
1.20 "Yeni bir toplum"un kendine ait "yeni" (toplumsal) bir mekana ihtiyacı olacaktır. "Hayatını değiştirmek için toplumu değiştir" ifadesinin,
mekanı da kapsayacak şekilde değiştirilmesi gerekir. Bu, kitabın "stratejik hipotezi"dir. [72-78]
1.21 Toplum ve mekanın diyalektik analiz yönteminin önemi
2. Toplumsal Mekan
2.1 Mekânın "Üretimi": Hegel ve Marx ve Engels'ten (
ki onlar için somut evrenseldi) ortaya çıkan "üretim" kavramı, dar ve endüstriyel anlamından (ürün,
meta, değişim değeri üretimi) tüm üretim türlerini kapsayacak şekilde genişletilmelidir: Doğanın üretimi; salt
ekonomik bir fikir olarak üretim; inşa edilmiş çevrelerin üretimi vb. "Eserler" ve "ürünler" arasındaki fark. Eserler ("Oeuvres"), kullanım değerlerine göre değerlendirilir. Bu tür "eserler" , doğanın kendi üretimlerine asimptotik olarak
yaklaşan eserler olarak düşünülebilir . Klasik şehirler oeuvres'ti [83vd]. Örneğin Venedik, 13. yüzyıl Toskana. Kapitalist düzen (spekülatif gayrimenkul) bu "eserleri" ürünlere dönüştürür... kentsel eserler söz konusu olduğunda, anıtsal ve şenlikli yönlerini ölü tarihsel üslupların müzelerine dönüştürür (örneğin Venedik, Floransa [89-96]. Marx, üretilen nesnelerin toplumsal ilişkilerin ve biçimlerin "içsel gerçeğini" somutlaştırdığını gösterir . Benzer şekilde, biz de bu "mekanların" "içsel gerçeğini" göstermeliyiz.
2.2 Dolayısıyla bir "mekânsal sorunsal" tasavvur etmek mümkündür. Bu, daha geleneksel sorunsalları (örneğin
sınıf mücadelesi vb.) ortadan kaldırmaz, onları kodlar; kentsel ve gündelik yaşamı,
üretim ilişkilerinin yeniden üretimi gibi daha genel bir sorunsalın altına dahil eder. Sosyal bilim disiplinlerinin "pozitivist" işbölümünü reddeden, bütünleştirici bir sorunsaldır
[97 vd.]. Önceden var olan mekân ideolojilerinin yıkılmasını gerektirir ve
ancak kökten yeni bir toplumsal mekân türü üretmeyi amaçlayan siyasi proje ışığında gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla bu,
mekânın (bir kavram olarak, bir gerçeklik olarak) üretiminin diyalektik bir analizi bağlamında
, belirli (sınırlı) mekân anlayışlarına odaklanan eski söylemlere karşı, mekânın ideolojik bir eleştirisini içerir. Böyle
bir söylem analizi, mekânın birincil doğanın bir parçası, toplumsal ilişkilerin bir parçası ve üretim güçlerinin ve araçlarının bir parçası olarak gerçekliğini ortaya koyacaktır
. Fransa'daki bölgesel kalkınma modellerine örnekler [97-102].
2.3 Toplumsal mekân, iç içe geçmiş toplumsal mekânların bir çoğulluğudur. Bu analizin amacı, bu mekânlar arasındaki ilişkilerin ve güçlerinin çözümlenmesidir .
2.4 Mekân eleştirisi nasıl ve hangi anlamda mümkündür?
Üçlü diyalektiğin üç 'boyutu' veya 'seviyesi' arasındaki ilişkilerin incelenmesi, geniş bir yelpazedeki normatif
ve söylemsel süreçleri yöneten bir mekân mantığını ortaya koyar. Özellikle, modern zamanlarda görselin artan önceliğinin belirgin etkileri vardır
[112-114]. Bununla birlikte, zamansallık duygusunun kaybının da dikkate alınması gerekir [114-115].
Zaman, günlük yaşamın "hammaddesi" olması anlamında mekândan daha temeldir. "Ancak, Zaman
modernitenin toplumsal mekânında kaybolmaktadır." [114] "Bu, yaşamanın zamanıdır;
görselleştirme ve mekânsallaştırma mantığından, bir mantığı olduğu sürece kaçan, indirgenemez bir 'mal' olarak zamandır. Filozoflar tarafından ontolojik bir saygınlığa yükseltilen zaman,
toplum tarafından öldürülür." [115] Bu, modern normatif üçlüden kaynaklanmaktadır: "okunabilirlik, görünürlük ve anlaşılabilirlik". Bu,
fotoğrafik görüntüde olduğu gibi mekanın parçalanmasını içerir. Mekanın "parçalara" bölünmesi, gerçekliğin yerine kendi parçalarını (görüntülerde olduğu gibi) koyan bu görselleştirme mantığını varsayar . İkinci mantık , aralıksız bir metaforlaştırma
mantığıdır [bkz. 118] -- benzer şekilde, kişiler yalnızca bedenler veya sayılar (analogonlar) haline gelirler. Mekan hem bir öznenin hem de bir nesnenin niteliklerini taşır: Bir cephe, belirli eylemleri açığa çıkarır ve diğerlerini gizleyerek müstehcenlik alanına iter. Bu da bir mekan psikanalizini akla getirir.
2.5 Öyleyse, Marx'ın meta formunun "içsel hakikati" analizinin karşılığı nedir? Neden mekânı
Kapital modeline göre ele almayalım ki? Gerçekliğin altındaki özünü arayalım. Bu "öz" bir
öz değil, bir biçim, somut bir soyutlama olacaktır [120].
Eski siyasal ekonomi nesnesini yeniden ele alacak ve üretim kavramını
mekânın üretimini de kapsayacak şekilde genişletecek bir siyasal mekân ekonomisi mümkündür [124]. Bu, mevcut siyasal mekân ekonomisinin, mekânın yalnızca kapitalizmin kesin bir kurulumunun küresel ortamı olarak ortaya çıkmasıyla örtüşme riskiyle nasıl karşı karşıya kaldığına odaklanacaktır
. Burada ima edilen,
bir mekân içindeki düşünce ve söylem ile mekân üzerine, sözcüklerden, işaretlerden ve mekân düşüncesinden başka bir şey olmayan düşünce ve söylemler arasındaki
, yukarıdaki daha iyi bilinen ve daha az gelişmiş ayrımdan ayrılan, iyi gelişmiş
bir ayrımdır. Bu ayrım, malzemelerin (kelimeler, imgeler, semboller) yanı sıra
materyalin de eleştirel bir incelemesini gerektirir: montaj süreçleri, bu tür malzemelerin
bilimsel çalışma bölümlerinin çerçeveleri içinde kesilip sunulduğu yöntem [125]. Malzemeler ve materyal arasındaki ayrım,
efemine ve kalıcı olanı ayırt etmemizi sağlar: herhangi bir bilimsel işlemde tüketilmeyen veya tükenmeyen, ancak
başka görevlerde uygulama için tekrar kullanılabilen, uyarlanabilen veya aktarılabilen şey. Materyal kullanımdan düşer ve
eskir. Böyle bir yeniden inceleme, genellikle ideolojik olan çeşitli uzay felsefelerini de incelememize olanak tanır
. Ancak hepsi bu kadar değil: birincil görev, bu tür felsefi uzay ideolojilerinin
uzayda stratejiler biçiminde nasıl müdahale ettiğini değerlendirmektir (örneğin, "kendilerine ait küresel bir uzay üretmeye çalışmak ve buna
mutlak bir statü kazandırmak, bir mantık ve en azından uzay kavramının yenilenmesini sağlamak") [126].
2.6 "İndirgemek, doğrudan gözlemlerin karmaşıklığı ve kaosuyla karşı karşıya kalan bilimsel bir prosedürdür...
İndirgemecilik, bilim kisvesi altında ortaya atılır." [126] Bu, "adını vermeyen bir ideolojidir." [128]. Buna, " bilim ve ideolojinin bir karışımını stratejik olarak kullanarak, bilgi aracılığıyla" çelişkileri kendi içine
indirgeyen (bkz. yanma) olmak isteyen ve kendini bu hale getiren Devletin siyasi pratiği de karşılık gelir. [127] Uzmanlaşma, bu tür bir "indirgemecilikten" kaynaklanır ve "her uzman sadece bilgi istemez . Alanının yapısal indirgemesine ilişkin olarak, bunu haklı çıkaran bir tutum, yani inkâr tavrı benimser... her uzmanlaşmış bilimin, doğrudan veya dolaylı olarak, uzayla bir ilgisi yok mudur? (a) Her uzmanlık alanı, zaten bilindiği gibi, kendini belli bir keyfilikle tanımlayarak , "doğa-toplum"un ("nature-société") bütünlüğünden kendini kopararak, kendine özgü zihinsel ve toplumsal uzayını atfeder"... (b) Tüm uzmanlık alanları , uzayda bulduğu şeyin isimlendirilmesi ve sınıflandırılması içine kapanır... her bir uzmanlığın "olumlu" etkinliği. İyi ya da kötü, her uzmanlık alanı uzay üzerine beyanlarla (söylemlerle) meşgul olur ... (c) Uzmanlıklar, (toplumsal) uzayın küresel düşüncesine, bilginin indirgenmiş bir modelini karşı koyar. Bu aynı zamanda zamanı (basit bir "değişkene" indirgenmiş) tasfiye etme avantajına da sahiptir [128-9]. Bu nedenle, uzmanlık alanları, mekan üretiminin kapsamlı bir şekilde düşünülmesine karşı çıkarlar..." ( olası itirazlarla ilgili bir diyalog aşağıdadır, [bkz. 129-30]) Sonuç: "Mekansal biçim" ("meta biçimi" anlamında), merkezler ve çevreler arasındaki ilişkiye eşittir. Örneğin, mimari kentsel biçim, bir `eşzamanlılık' biçimidir: buluşma, meclis ( merkez ve çevre arasında ayrım yok).
2.7 "Tüm toplumsal mekânlar, çoklu yönleri ve hareketleri olan bir sürecin sonucudur: anlamlandıran ve anlamlandırmayan,
algılanan ve eylemde bulunulan (yaşanan), pratik ve teorik. Kısacası, tüm toplumsal mekânlar, bu başlangıç
temelinden hareketle bir tarihe sahiptir: doğa, başlangıçtaki veri (veri) ve kökensel olan, o zamandan beri her zaman belirli yerler, iklimler, ortamlar vb. biçiminde bahşedilmiştir.
Bir mekânın, onu doğuran zaman/tarihsel zamanlar duygusuyla ilişkisi,
mekânın tarihi açıkça ortaya konduğu sürece, tarihçilerin kabul ettiği temsillerden farklıdır...
analizleri onu çerçeveler ve parçalara ayırır. ... mekânın tarihinde, tarihsel, diyalektik,
doğuran geçmiş, sanki bir resimdeymiş gibi, sürekli olarak mekâna kazınır... [Zaman ve mekân,
bedenden kaynaklanan ölçüm sistemleri aracılığıyla hayal edilir]. Bedenin mekânla ilişkisi... mekân,
onu ölçme ve ondan bahsetme biçimi, toplum üyelerine bedenlerinin bir imgesini ve canlı bir aynasını sunar
... benimsenmesi Başka bir halkın tanrılarının varlığı, beraberinde onların mekânını ve
ölçüsünü benimsemeyi getirir. Pantheon, Roma'nın, o mağlup
tanrıların ve o zamanlar bir ana mekâna, İmparatorluk ve dünya mekânına dahil olan ve onunla bağlı olan [ilgili] tabi mekânların hâkimiyeti ve aşılması anı olduğunu ima eder
... Mekânın ve ölçümünün statüsü
, bu değişimin tamamlanmamış olması nedeniyle, aşırı bir yavaşlık dışında değişmemiştir. "Metrik sistem"in ülkesi Fransa'da bile,
ayakkabı numarası gibi tuhaf ölçümler hâlâ alışkanlıkla uygulanmaktadır.* Ondalık sistemdeki rakamlarda, yavaş bir devrim
yaşanmaktadır... Ölçüm dalgalanmaları ve buna bağlı olarak mekân temsillerinin dalgalanması
tarihe eşlik eder... ona belli bir anlam veya mantık kazandırır: nicel olana, homojen olana
ve sanata sığınan bedenlerin yok oluşuna doğru bir eğilim." [130-2]* Ayakkabı numaralarını "ayak parmak uçları" ("pointures" des chausures) cinsinden ifade etmenin kabul görmüş Fransız yöntemine bir kelime oyunu .
2.8 Mekânın tarihine daha somut bir şekilde yaklaşmak için ulus ve milliyetçilik incelenebilir.
Mekânın tarihi diyalektik olmalı, mekânsal nesnelere veya
durağan varlıklar olarak ürünlere değil, (mekânın) üretim sürecine odaklanmalıdır. Mekânın tarihi, ne mekândaki öznelerin bir envanteriyle (ki buna maddi kültür veya medeniyet denebilir), ne de mekânın temsili ve söylemleriyle örtüşür . Temsil mekânlarını ve mekânın temsillerini, ama her şeyden önce ikisi arasındaki bağlantıları ve toplumsal pratikle olan bağlantıları
hesaba katmalıdır . "Mekân tarihi, 'süreçler' ve 'yapılar', değişim ve değişmezlik, olaylar ve kurumlar vb. arasında seçim yapmak zorunda değildir ...
2.8 Üretimde ham madde (matériau) ile teknik (matériel) arasındaki temel ayrımlar kabul edilmelidir (bkz.
literatür araştırması [130-141]. Bu diyalektik bakış açısına bir örnek, Mutlak mekanın
Bachelardian biçimleri [143-144] şeklinde varlığını sürdürmesi gözlemi olacaktır -- araçsallaştırılmış olanın içindeki arkaik.
Mekanın tüm eski düzenleri, en çağdaş (sıradan) mekan biçimleri içinde bile hâlâ mevcuttur, aşırı yüklenmiş ve bastırılmıştır.
Modernizm ve mekan: mimari ve sanat. Saf, çağdaş, soyut bir mekanın üretiminde ayrıcalıklı bir an olarak Bauhaus
[146-151].
2.9,
2.10 ve
2.11 Yapısalcı analizin mekânsal analiz için bir metodoloji olarak uygulanması [154-175]: İki doktrin ortaya çıkıyor.
İşaret sistemlerini şeffaf (her şey okunabilir bir metne indirgenmiş) olarak gören hermeneutik ve
dili (
Nietzsche geleneğinde) nesnelleştirme ve bastırma olarak gören ve dilin donmuş nesnelleşmesinden fışkıran arzu güçlerinin düzensiz patlamalarıyla delinmiş bir şey olarak gören "şüphe hermeneutiği" (Foucault, Derrida)
. Söylemsel bir varlık olarak mekân ile dil arasındaki ilişki. Nietzche'nin
mecazlar teorisi, somut mekânın dil aracılığıyla nasıl soyut hale getirildiğinin bir açıklaması olarak uygulanıyor.
Mekânın böylesi "dilbilimsel" bir analizinin "gerçeği", üretim ve nesnelleştirme sürecini ortaya koymasında yatar
.
2.12 "Mekânı okumanın" metodolojik sorunları [167 vd.]. Mekân anlayışını "kapatan" birçok temsil , özellikle toplumsal mekânın doğal mekân üzerinde basit
bir işaretleme veya iz bırakarak "izler" bıraktığı tezi olan göstergebilimden gelir . Göstergebilim, bu tür bir "işaretlemenin" bir anlamı olduğunu varsayar; anlamlı olmalı ve bir kodlama ve kod çözme sistemine dahil edilmelidir. Bu görüş , insan toplumsal mekânsal ilişkilerini, sembolizm aracılığıyla soyut bir şekilde değil, hayvanların kokularla bölgeleri işaretlemesi düzeyine indirger [165] . Bu tür semboller her zaman belirli bir duygusal yatırımı, " bir yere ("yer") yatırılan ve (şimdi) o ayrıcalıklı yerden uzakta olanlar için onu temsil eden, deyim yerindeyse, duygusal bir yükü ... ima eder. Tarım-çobanlık dönemlerinde, bir yerin sembolizmi ve mekânsal pratik birbirinden ayrılamazdı." [166] Yalnızca bu basit, fiziksel sembolizm varken, bir mekân üretiminden bahsedilebilir mi? "Henüz değil, ancak hareketli ve aktif bedenleri, tıpkı bir örümceğin ağı gibi, mekânsal algılarını ve uğraşlarını bu şekilde `yayıyor' (étendre). Üretim varsa ve üretim varsa, uzun bir süre yalnızca işaretler, simgeler ve sembollerle sınırlıdır; aldıkları şeyin maddiliğini değiştirmezler. Toprak Ana (La Terre-Mère), beşik (doğum yeri), cinsel emek alanı, mezar, Toprak olarak kalır... Bu etkinlik, yalnızca örgütlü toplumun başlangıcını karakterize eder... ilkel avcıların ve balıkçıların höyükleri ve doğal işaretleri de yeterli değildir. Bu dönemlerde, doğal alanlar yalnızca ortamlardır. Toplumsal etkinlik onları çok az değiştirir." "Mekanın bu basit, ikili temsili, tersi ve tamamlayıcı bir temsili doğurur: "üretilmiş" mekan, yalnızca doğal mekanın doğallıktan çıkarılması veya doğallıktan çıkarılmasıyla sonuçlanır. Hangi müdahalelerle? Açıkça bilim ve teknolojinin, dolayısıyla soyutlamanın müdahaleleriyle." Ancak bu mekân temsili , yalnızca toplumsal mekânların çeşitliliğini, tarihsel kökenlerini çağrıştırmaya çalışır, "parmak şıklatır" ve bunları ortak bir karaktere, soyutlama niteliğine indirgeyerek bir araya getirir. [166-7] "Göstergebilim, mekânın bir okumayı (relève d'un lectury) ve dolayısıyla bir pratiği, yani okuma-yazmayı gizlediği fikrini ortaya atar . Şehirdeki mekâna gelince, bir söylemden, bir dilden oluşur (Barthes). "Mekânı okumak mı? Evet ve hayır. Evet: "okuyucu" şifresini çözer, kodunu çözer. Kendini ifade eden konuşmacı, çevresini bir söyleme dönüştürür. Ve ne olursa olsun hayır.Sosyal alan yalnızca üzerinde yazıların yazıldığı boş bir sayfa değildir.
İnsanlar (ama kim?) mesajlarını yazdılar. Doğanın ve kentsel mekanın mekanı aşırı yüklendi. Her şey
karışıklık ve bulanıklık (Tout y est brouillon et brouillé). İşaretler? Daha çok emirler (Des signes? Pluto des
consignes), çoklu, birbirine karışan talimatlar gibi. Eğer bir metin, iz, yazı varsa, bu, gelenekler, niyetler, düzenlemeler bağlamında
, toplumun düzensizliği ve düzeni anlamındadır. Mekan `anlamlandıran'' mıdır? Kesinlikle.
Ne? Kişinin yapması gereken ve yapamayacağı şey. Gücün yankıları (Ce qui renvoie au pouvoir).
Ancak gücün mesajı her zaman gönüllü olarak bir karışıklığa dönüştürülmüştür. Kendini gizler. Mekan
her şeyi söylemez. Her şeyden önce yasak olandan söz eder (Il dit surtout l'interdit (l'inter-dit)). Varoluş biçimi,
pratik "gerçekliği" (biçimi de dahil) yazılı bir nesnenin, bir kitabın gerçekliğinden kökten farklıdır. Sonuç ve
mantık, ürün ve üretim, aynı zamanda bir bahis (enjeu), projelerin ve
bu eylemler (stratejiler) tarafından uygulamaya konulan eylemlerin bir yeri veya sahasıdır (lieu), dolayısıyla gelecek zamanlara dair bahislerin, bahis
oynayanlar için görünüşte açık olan, ancak asla tam olarak açık olmayan bahislerin nesnesidir." [167]
"Bir mekan düzenler çünkü bir düzen, dolayısıyla bir düzensizlik ima eder... Bu "mekan" okunmadan önce üretilir
(ve okunmak veya anlaşılmak için değil, bir bedene ve bir hayata sahip insanlar tarafından kendi ... bağlamlarında yaşanmak için üretilmiştir
. Başka bir deyişle, okuma, mekanın okunmak için üretildiği uzamsal durum dışında, üretimden sonra gelir
. Bir soru ortaya çıkaran şey, okunabilirlik ölçütleridir...
okunmak için üretilen (üretilen) mekanın, bir hileye en çok benzeyen, en vahşi mekan olması gerektiği açıktır.
Okunabilirliğin grafik etkisi, niyetleri ve stratejik eylemleri (özellikle de mekanda anıtsallık olarak göründüğü gibi) gizler.
Bu, bir Optik yanılsama. Anıtsallık her zaman okunabilir kanıt 'dayattırır'; tam olarak söylemek istediğini söyler
, ama çok daha fazlasını gizler. Siyasi, askeri, en uç noktada faşist olan anıt,
kolektif iradeyi ve düşünceyi açıklıyormuş gibi görünen işaret ve yüzeylerin altındaki iktidar arzusunu ve gücün belirsizliğini perdeler
. Ve aynı zamanda hem şimdiki zamanı hem de mümkün olanı gizler." [168] Vitruvius. Venturi,
uzayı gerilimlerle, çarpıtmalarla dolu bir kuvvetler alanı olarak görmeye başlar, ancak (1972'de) işlevselciliği geride bırakmak için bu yolda devam edip etmeyeceği
veya teoride yalnızca biçimsel ayarlamalar yapıp yapmayacağı belli değildir [170].
Mimaride opaklık, göz aldatmacası, tarihselcilik ve pastiş. [170-172]
2.13 Mekânın biçimsel yapısı ve işlevi. Kristeva [175]. Sömürge sakinleri için üretken emeği örgütleyen ve sağlayan bir mekânsal strateji olarak Plaza Mayor'u ile Latin Amerika şehrinin örneği .
Japon mekânının üç seviyesi. [179-184]
2.14 Soyut bir mekân için bile, semiyotik bir analiz , böyle bir mekânın üreticilerinin ve ideologlarının kategorilerini basitçe kopyalama eğilimindedir : yapıyı biçimden ve işlevden soyutlamak, mekânın bir boyutunu
(mekânın bilişsel temsili (le conçu)) diğer ikisine (algı (le perçu) ve pratik (le
vecu)) göre aşırı ayrıcalıklı kılar. Kodlar ve deşifre. Mekânın okunması. Gösteren (mekân, mekânsal biçimler vb.) ile
gösterileni (mesaj veya anlam) arasındaki ilişki. Uzlaşımlar: Venedik'teki San Marco Meydanı'nı bir yabancı olarak bile en azından temel düzeyde nasıl `anlayabiliyoruz'
? Çoklu okuma olanağı. Semantik mekân;
maddi mekân.
2.15 Çeşitli semiyotik teorilerin sunduğundan daha önemli (diyalektik) bir ayrım,
egemenlik altındaki ve temellük edilen mekanın farklılaşmasında bulunur. İlki hegemonik güçlerin (banliyöler) mekanıdır, ikincisi ise
ortaya çıkan mekânsal devrimin (örneğin Latin Amerika gecekondu mahalleleri, gecekondu yerleşimleri) mekanıdır.
Bu sonuncusu, hegemonik mekanın
yerel ve anlık olarak ele geçirilip yeniden işlevlendirildiği, yeni mekanın (yani yeni mekan kategorilerinin) toptan yeniden temellük edilmesi yoluyla yeniden üretildiği mekanın détournement'ından ("gasp") ayrıştırılmalıdır
. Mekanın "el konulması", "hakimiyeti" vb. üzerine tarihsel analiz
[185-196]. Özümseme ve détournement (örneğin Les Halles). Détournement yalnızca geçici bir
stratejidir. Gerekli olan, yeni insani mekan türlerinin üretilmesidir.
değerli3
3. Mekanın Mimarisi
3.1 Klasik bilim insanlarının uzayın statüsü üzerine tartışmaları. Göreceli mi, Mutlak mı? "
Klasik metafiziğin spekülatif bir kararla ontoloji biçiminde kurduğu biçimsel soyutlamanın en uç noktasında,
"kendi içinde" uzay sorunu esasen ortaya atılmıştı. Spinoza, Etik'inin başlangıcından itibaren mutlak uzayı,
mutlak varlığın bir niteliği veya kipi, yani Tanrı olarak kabul etti. ... Bilinemez olan mı? Hayır, ayırt edilemez olandır (Leibniz)." [197]
Günümüzde matematik, Spinoza, Descartes, Newton ve hatta Kant'a karşı kesin olarak Leibnizci görüşün tarafını tutmuştur
. "Uzay, kendi başına 'hiçbir şey' değildir ve bir şey de değildir... hatta şeylerin toplamı veya toplamlarının biçimi bile değildir
; ayırt edilemez olandır. Herhangi bir "şeyi" (uzayda) görmek için eksenler ve bir köken, sağ
ve sol, yani eksenlere bir yön, bir yönelim tanıtmak gerekir... Leibniz, uzayı işgal etmek gerektiğini söylemek istiyordu...
Bir beden. Sadece genel olarak beden, bedensellik değil, aynı zamanda bir hareketin yönünü,
dönüşlerinde bir dönüşü gösteren, uzayı belirleyen ve yönlendiren belirli bir beden. Leibniz için uzay mutlak olarak göreliydi, yani
matematiksel düşünce için somut bir karakterin kökeni (kolayca aşkınlık olarak kabul edilir) haline getiren mükemmel bir soyutlamayla donatılmıştı
(içinde cisimler var olur ve maddi varoluşlarını ortaya koyarlar)." [197-8] Uzay
önceden var olan, boş, yalnızca biçimsel özelliklerle donatılmış değildir. Göreceli ve mutlak konumlar arasındaki tartışma,
yalnızca alternatif temsillerin, yani mekân üzerine söylemlerin reddedilmesiyle eşdeğerdir.
"Mekân", bedenleri "mekândaki şeyler" olarak barındıran bir kap değildir. Bu,
bedenin -kendi içinde bir mekân- içinde bulunduğu mekândan ayrılması ve parçalanması stratejisinin kökenidir. Bu mutlak görüş kabul edilirse,
herhangi bir bedenin herhangi bir yere yerleştirilebileceği sonucu çıkar. İkisi birbirine kayıtsız hale gelir;
organizmayı veya nesneyi, kendi etrafındaki "mekân üretimi"nin merkezi olarak kavramalıyız (bkz. Herman Weyl'in matematiği
veya Kübistlerin heykeli). [199] Bu görüşe göre mekân, bedenin dışında değil, onun tarafından yaratılmıştır. "
Bu mekânın yasaları, yani 'fark edilebilirliği', canlı bedenin ve enerjilerinin dağılımının yasalarıdır ." [200] Beden, hem özne hem de mekândaki nesne
olarak, özne-nesne ayrımının somut aşkınlığıdır .
Beden ve mekan arasındaki ilişki simetri, serap, yansıma ve dönüş olarak ifade edilir.
Bunlar beden/mekanın özellikleridir, filozofların düşündüğü gibi dayatılan kategoriler değildir (bkz. H. Weyl,
(Princeton, 2. basım) "Soyuttan somuta uzanan ve
karşılıklı içselliklerini göstermede büyük önem taşıyan bir yol vardır. Bu 'yol' aynı zamanda zihinsel ve
toplumsal olanı da birbirine bağlar. 'Mekânın Üretimi' kavramı çok daha büyük bir güç kazanır.
Çeşitli çekinceler ve önlemlerle bu kavram toplumsal mekâna da genişletilebilir. "
Sosyo-mekansal pratiklerde devreye giren güçler tarafından üretilen belirli bir toplumsal mekân olsaydı, benzer özellikler - ikilikler, simetriler - içerecekti.
Bunların ne insan ruhundan ne de aşkın bir ruhtan türetildiği yanlış anlaşılmamalı
, aksine mekânın "işgalinden" türetildiği düşünülmelidir. Bu işgali, üretken işlemlerin düzeni ve ardışıklığı içinde anlamak tavsiye edilir . Peki ya kadim Doğa
kavramına ne olur ?
Dönüştürülür." [200] Örneğin bir gülün simetrisini sergilemesine yol açan
doğanın "öz-morfolojisi" veya "biyo-morfolojisi"nin açıklanmasına giden iki olası yol vardır . (1) Bu, bir tür kesinliğin sergilenmesi, metafizik bir çizerin kanıtıdır. (2) Mekân, kendi başına, materyalist bir şekilde ele alınmalıdır: Doğa-mekan ilişkisi, herhangi bir dış gücün aracılığı anlamına gelmez; aynı şekilde, "yanlış bir şekilde açık çözümleri de 'mekânın iç-dış temsili' modeline dayanmaz. [201] Marx, 'bir örümcek iş yapar mı?' diye sorar. Bir örümceğin mekânı, ayrı nesneler tarafından işgal edilen soyut bir mekân gibi düşünülebilir mi ? Hayır. Bu, örümceğe analitik-entelektüel bir mekân atfetmek olur. Eğer bu bir 'içgüdü' ise, örümceğin bedeninin bir uzantısı olarak bir ağ ördüğü söylenebilir mi? Mekânın üretimi, öncelikle bedenin kendisininki, salgılar aynı zamanda bir araç görevi gören bir 'yerleşim' oluşturana kadar devam eder... Örümcek yönleri belirler, açılara göre kendini yönlendirir, simetriler ve asimetriler oluşturur ve bu pratikle kendini mekânda genişletir. Canlı beden için, mekânın temel mekânları... ["imzası"], doğrudan bedenin kendisi tarafından nitelendirilir. Aynı zamanda, belirli bir mekânın 'içinde' olsa bile, her zaman 'öteki'dir, egonun 'önünde'dir. Bu basit mevcudiyet verisinden, mekânın belirlenmesinin üç yönü vardır: jest, işaret (dışkılar, ayak izleri) ve iz (mekânın kasıtlı olarak işaretlenmesi). İz geç ortaya çıksa da, evrimin erken dönemlerinde hayvanlar bölgeleri ve yerleri işaretler. "Başlangıçta mekân, Topos vardı. Evet, Söz'den çok önce, Logos."[203]
Yaşanan mekân (espace vécu), 'ben' tarafından ve 'ben' için algılanan mekânın bir kopuş olarak ortaya çıkmasından çok önce, bedenin içsel kendi rasyonalitesine sahiptir . Bu analitik ayrışmadan, bilgiden çok önce, bu
'beden zekâsı' vardı.
Zaman, mekânda çizilir. Zorunlu olarak yereldir. Mekân ve zaman, doğal tezahürlerinde (bir ağacın büyüme halkaları) farklı ama ayrılmaz olarak görünür . Bu şekilde , canlı, maddi varlığın birliğini oluşturan
ikiliği görmeye başlarız . 'Öteki'sini kendi içinde taşır. Bu , simetrisini ikiye katlar: iki taraflı bir simetri, bir dönüş simetrisi. Canlı varlığın etrafında, sözde 'kişisel mekân' ve içinde de bir iç mekân bulunur. Derinin temel bölünmesi, toplumsal mekânın bölünmesi için bir model oluşturur. Ancak toplumlarda, bu tür içerideki-dışarıdaki ayrımlar ve engeller mutlak ve aşılmaz hale gelir... "kapalı bir sınır". [205] Ancak model hala geçerlidir: tüm uzay zarfları, göreceli bir biçimde, bir iç ve bir dış mekan ayırır.
3.2 Canlı organizma, çevrenin enerjilerini yakalayan, fazlalıkları
kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere toplayan, üretken bir şekilde bir mekân/alan yaratan veya değiştiren bir çerçevedir. Ekonomi ilkeleri,
fazlalıkları toplamaya dayanan biyolojik süreci tanımlamak için yetersizdir. Alternatif
zorunluluk ilkesi, mücadeleyi erdem haline getirir vb. Spinoza'dan Schiller ve Goethe'ye, Marx'a
ve Nietzsche'ye kadar olan fazlalık hipotezi: Varoluşun Dyonisyen yönü. Freud ekonomik mekanizme geri döner: Eros-Thanatos; Haz
ilkesi-Gerçeklik ilkesi = diyalektik bakış açısının kaybı.
"Apolloncu ve Dionisyan arasındaki Nietzchçi ayrım, canlı varlığın
ve mekânla ilişkilerinin iki yönünü korur ve bunun tersi de geçerlidir: şiddet ve istikrar, fazlalık ama denge" [207]. Canlılar,
enerjilerin ele geçirilmesine ve ekonomik kullanımına indirgenemez. Öncelikler, düşmanlar ve
çevre, onun mekânını veya bilgi alan bir parçası (bir unsur) olduğu şeyi oluşturur. Bataille, W. Reich.
İnce ve kütlesel enerjiler. Akış ve akımlar. Enerji ve çevre, mekân olarak.
Enerjiyi üretken bir şekilde harcamak, "canlı beden" kavramının ve kendisiyle
ve içinde bulunduğu mekânla ilişkilerinin merkezinde yer alır. Oyun bir ``eser''dir ("eser"), oyunsal bir mekân ise, mekânı düzenleyen (kurallar atayan) bir etkinliğin ürünüdür . Benlikle ilişki olarak üretken enerjiler, kendisi tekrarlarla
karakterize edilen, refleksler uygulayan üreme biçimini alır . Normal enerji olarak aşırı enerji, kendisiyle (onu depolayan bedenle) ve "ortamla", mekânla ikili bir ilişkiye sahiptir. Her varlığın (tür, birey, grup) yaşamında, mevcut enerjinin bollaştığı, patlamaya meyilli olduğu anlar vardır. Bu enerji kendisine karşı geri dönebilir veya lütuf veya lütufla harcanabilir. Olumsuz etkiler nadir değildir ve aşırı enerjiyle ilişkilidir. Sonuç olarak, ünlü "ölüm içgüdüsü", Freud'un semptomatik çalışmalarında yanlış yorumladığı ve narsisizm, sadomazoşizm, anksiyete vb. olarak ortaya çıkan türevsel bir varoluştan başka bir şey değildir. "Bir ölüm içgüdüsü veya arzusu, yaşamın bir olumlamasına karşı çıkan "kaybolan" bir güç (neantisant) kavramı ile, bastırılmış yaşamsal enerjinin, zorunlu bir fazlalıktan sonra geri dönüşü tezi arasında köklü bir fark vardır. Enerjinin "negatifini", yani enerjinin kendini harcadığı, yaydığı, bozduğu şeyi uzayda kavramak gerekli olsa bile ... ölüm ve kendini yok etme, nedenler ve sebepler değil, sonuçlardır. "Ölüm arzusu" tanımlamaz
"Kendisi, temel enerjinin verimsiz kullanımı, yani 'kötüye kullanımı' dışında bir şey değildir. Bu, diyalektik olarak, bu enerjinin içsel çatışmalı bir ilişkisine, basit savunma, denge ve bunların denge
mekanizmalarına indirgenemeyecek bir doluluğa yol açar." [210]
3.3 "Yukarıda, Spinoza'dan sonra uzayın partes extra partes'i ele alınmıştır... Form ve yansıma veya
formun iç kısmında bileşenlerin kopyalanması kavramı bile, aksi takdirde
oluşturucu ikilikleriyle (yansıma ve dönme simetrisi) simetri kavramı olarak adlandırılır, sınırlandırılmış bir uzayı ima eder: konturları
ve sınırları olan bir cisim. Tüm kanıtlara göre, enerjilerin bu şekilde bölünmesi ve yeniden bölünmesi yeterli değildir: akımlar
sonsuz bir uzayda dolaşır ve yayılır." [210]
"Sonsuz ve sonlu, bir yanılsama, biri ve diğeri, diğerinin biri değil midir?
Bir serabın etkileri mi? Yansımalar veya kırılmalar, her bir parçanın içi ve dışı mı? Sonluluktaki zaman bir saçmalıktır
; kendi içindeki uzayın [sonsuzluk] aynısıdır. Göreceli ve mutlak, birini diğerine yansıtır:
uzay ve zaman gibi, birini sonsuza dek diğerine atfeder (envoient sans cess l'un à l'autre, comme l'espace
et le temps). [Bunlar] bir çift yüzey ve tek bir yasa ve gerçekliğe, yani yansıma ve kırılmaya sahip çift görünüşlerdir
. Her hareket veya fark anında,
en az düzeyde bile olsa, maksimum fark [Bkz. Bölüm 6] mevcuttur." [211]
3.4 Ancak, yüzeyi, imgeyi ve ayna görüntüsünü oluştururken, yansıma yüzeyi aşarak
tekrar-fark ilişkisinin derinliklerine doğru ilerler. Kopyalama (simetri) tekrar eder ve yine de bir mekânı oluşturan bir fark üretir . Kopyalama ve simetri-asimetri, klasik doğrusal ve seri nedensellik kavramlarına
indirgenemez nedensellik kavramlarını ortaya çıkarır . [212] Toplumsal yaşamda mekânın çifte varoluşu: Üyeler kendilerini mekânda, deneyimlerinin merkezinde nesnel varlıklar olarak konumlandırırlar, yani özneler [212]. Sosyal statü bir rol ve bir işlev anlamına gelir: "bir birey ve bir kişilik. Dahası, bir yer, bir yer, bir mevki. Aynı zamanda mekan bir aracıdır (aracı); her seviyede, her konturda başka bir şeye yönelik bir şey. Bu, sosyal mekanı yalnızca etkiler ve "varlıklar" tarafından işgal edilen bir şeffaflık olarak kurma eğilimindedir. kZ bir seviyede opaklıklar: bedenler ve nesneler; diğer seviyede ise şeffaf nesne toplulukları. Mekanın bu iki yönü olmadan dilin kendisi bile anlaşılmaz hale gelir... [213]
3.5 Ayna, beden ile beden olma bilinci arasındaki kesişimi açığa çıkarır ve varlığımızı
bedenler olarak, özneler anlamında birlikler olarak 'yansıtmamıza' olanak tanır, çünkü kişinin ne olduğunu kendi işaretine dönüştürür.
Aynanın verimsiz yüzeyi "ben"i simgeler. Kendini arayan ego ile en birleştirici ilişkiyi sunar, ancak aynı zamanda
biçim ve içeriğin en çok ayrıştığı ilişkidir. [216] Ancak,
"Ego"nun bir nesneye sahip olmasının kendisine atıfta bulunduğu veya onu işaret ettiği bahanesiyle tüm özel mülkiyette bir tür "ayna etkisi" gören psikanalistler
, bu argümanın makul sınırlarını aşarlar.
"Dolayısıyla ayna, diğer nesneler arasında bir nesnedir, ancak diğer tüm nesnelerden farklıdır: geçici ve
büyüleyici. İçinde ve onun aracılığıyla, diğer nesnelerin özelliklerini kendi uzamsal ortamlarına göre yeniden bir araya getirir:
uzayda bir nesne, uzay hakkında bilgi verir, uzaydan bahseder... Doğal ve toplumsal yaşamda ayna, gerçek anlamda ikili bir
uzamsallık sunar: köken ve ayrılık olarak hayali, bir arada varoluş ve farklılık olarak somut ve pratik."
Düşünce genellikle ayna metaforuyla tanımlanır. Ayna, gerçek üretiminden önce bile
büyülü, mitolojik bir şekilde var olmuştur. Böylece suyun yüzeyi, bilincin yüzeyini ve
belirsiz olanı aydınlığa çıkaran maddi kod çözümünü simgeler."
Burada benimsenen yönelimde, genellikle
maddi olduğu kadar ruhsal olarak da kabul edilen belirli genel ilişkileri (beden öznesi ve ayna-nesnesi olarak çift bir öze sahip) kurmak ve geliştirmek gerekir; ancak aynı zamanda
tekrar ve farklılaşmada yeniden ortaya çıkan daha "derin" ve daha genel bir ilişkinin bir örneği olarak:
Simetri: çoğaltma, yansıma, asimetriler. -Serap ve etkileri: yansımalar, yüzey-derinlik
ilişkileri. -Dil: [zihinsel] "yansıma", karşıtlıklar, söylem yoluyla kırılma. -Kendinin
ve başkalarının, bedenin ve soyutlamanın, başkalığın ve başkalaşmanın (yabancılaşmanın) bilinci -İkili belirlenimleriyle uzay
: kurgusal-gerçek, ürün ve üretici, maddi (donanım)-toplumsal; doğrudan-aracılı (ortam
ve geçiş), bağlantı-ayrılık vb. [217]
Cinsiyet ele alındığında da benzer bir faktör ve özellik kümesi ortaya çıkar. İkizler kuramı. Mekân ve
bilinç. Lacan'ın "ayna-sahnesi", bu özgün prodüksiyonun diyalektik bir zenginleştirmesi olarak görülür.
3.6 "Genetik bir süreç boyunca,
farklı toplumların mekânlarının üzerine inşa edildiği temelleri ve esasları ortaya çıkarmak, bu görünüşte yarı saydam 'gerçekliğin' keşfinin başlangıcından başka bir şey değildir. [218-9] Serabın etkileri (yukarıya bakın) olağanüstü hale gelir. "Bir manzaranın gücü , gösteri yoluyla
sunduğu şeyden değil, her insana bir ayna veya serap olarak sunduğu şeyden gelir ... Bu , turistik yanılsamayı, bir esere (örneğin Venedik gibi bir şehir) katılma ve bir ülke ve manzaradan geçtiği, edilgen bir şekilde bir görüntü aldığı için kavrama yanılsamasını uyandırır. Ayrıca, eserin somutluğunu, onu üreten faaliyetin ürettiği ürünleri unutmamıza da neden olur ." [219] "Bu serap etkileri çok geniş kapsamlıdır. Modernitede, mutlak siyasi alan kendini ne kadar çok ortaya koyarsa, şeffaflığı o kadar aldatıcı hale gelir ve 'Yeni Hayat' yanılsaması o kadar güçlenir." [219] Bu vaat ne doğru ne de yanlıştır. Bu yeni hayatın koşullarının "varlık kazanması" gerçeğidir: "Belirti ile yakınlıkta olanın örtüşmesi, hemen mümkün olanın uzaktaki ve imkânsız olandan ayrılması, işte hatadır. Koşulları içeren alan, hem engelleyen hem de izin verenlerle örtüşür. Şeffaflığı aldatıcıdır; bu ihtiyacı ortadan kaldırıyor gibi görünse de açıklanmaya ihtiyaç duyar . Topyekûn devrim (maddi, ekonomik, toplumsal, siyasal, ruhsal, kültürel, erotik vb.) yakın, bugüne içkin görünür. Gerçekte, dünyayı değiştirmek için mekânı değiştirmek gerekir. Mutlak devrim mi? Bu, yalnızca mutlak (siyasi) mekânın aynasında görülen bizim imgemiz ve serabımızdır." [219-220]
3.7 Toplumsal mekân, kabile pratiklerinin, sınırların, sınır bölgelerinin ve geçici yerleşimlerin ölçüm ve yollarından ortaya çıkar
ve bunların hepsi kozmosa bir "temsil 'mekan'" yansıtır [220 vd].
Dolayısıyla beden (insan bedeni, fail vb.) de bir 'toplumsal beden' olarak analiz edilmelidir. Sınırlar: kozmolojik; kişisel; toplumsal; coğrafi vb.
[223-224].
"Toplumsal mekân, toplumsallaşmış mekân değildir (bu örtük tez,
mekânın semantiği ve mekânsal metaforlar üzerine en iyi çalışmalardan biri olan G. Matoré'nin L'espace humain (Paris: La Colomb) adlı eserini gölgelemektedir)"
[220]. Önceden var olan toplumun toplumsallaşmasının gerçekleştiği fikri, bir ideolojiyi ve "tepkisel" bir
serap etkisini ortaya koymaktadır. Örneğin, coğrafya tarafından tanımlanan doğal mekanın kendini toplumsallaştırdığına inanmak,
ideologun bu doğal mekanın yok oluşundan dolayı pişmanlık duymasına ve bu tür mekanların
yok olduğu için hiçbir öneminin olmadığını söylemesine yol açar.
Toplumsal değişim, önceden var olan toplumsal pratiklerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Doğal, yani başlangıçtaki sıfır noktasının
belirlenmesi imkânsızdır ve daha sonra toplumsal yaşam tarafından doldurulan ve pratikleriyle değiştirilen saf, boş "doğal" mekan kavramı,
bu imkânsız arayışın bir parçasıdır. Zihinsel ve toplumsal yaşamdan yoksun,
toplumsal olmayanın toplumsallaşmasına izin veren boş alan, mekânın bir temsilidir." [220] Gerçek tarihsel mekân,
toplumsallaştırılmaktan ziyade (birçok ağ aracılığıyla) toplumsallaşmaktadır. Çalışma mekânı,
çalışma varlığı tarafından işgal edilen boş bir kap değildir.
Büyük işyerlerinden (fabrikalar, ofisler vb.) ve bunları birbirine bağlayan ağlardan oluşan çalışma mekânı,
üretken emeğin tekrarlayan jest ve eylemlerinin yanı sıra işbölümünden (teknik ve toplumsal) ve
dolayısıyla piyasalardan (yerel, ulusal, küresel) ve son olarak mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanır. Çalışma mekânı,
diğerleri arasında iç içe geçen tek bir mekânsal ağ olarak soyut olarak hariç, konturlar ve sınırlar almaz.
Dolayısıyla varlığı görecelidir. [221]
Mekân her zaman bir ikiliktir: eylem alanı (yer) ve eylem desteği (enerji
akışlarını ve ortaya çıkan eylemleri kolaylaştıran yer sistemleri). Aynı zamanda niceldir (örneğin mesafe gibi boyutları vardır) ve
niteldir (mesafenin yorgunluk açısından da ölçüldüğü yerlerde); bir `birliğidir' malzemeler (nesneler, şeyler)
ve malzeme topluluğu (aletler, ekipman). Dolayısıyla mekan bir nesnellik olarak görünür, ancak
etkinlik (hareket, ulaşım, eylem vb.) dışında toplumsal olarak var olmaz. [222]
"Bir yandan homojen yönler sunulur, ancak diğer yandan belirli yönler değerlendirilir.The
Aynı şey açılar ve dönüşler için de geçerlidir (sol--uğursuz, sağ--doğruluk). Bir yandan mekân homojendir,
akılcı eyleme açıktır, ancak diğer yandan bireyler ve gruplar için yasaklarla, gizli niteliklerle, olumlu ve olumsuzluklarla doludur
." [222] Toplumsal mekânlar, farklı mekânlarda çok farklı gerçekleşmeler için malzeme sağlayan bu ikiliğe indirgenerek tanımlanmaz
. Coğrafi, doğal mekânda yollar
basit doğrusal izler olarak görünür. Bu rotalar ve patikalar büyür ve yerler (ayrıcalıklı alanlar) ve
sınırlar oluşturur. Bu "gözenekler" aracılığıyla, bunlardan yararlanma sürecinde yerel özellikleri vurgulayan
(örneğin bir nehrin karşısına geçmek) giderek daha yoğun insan hareketleri akar. Bu mekânsal-zamansal faaliyetler ve belirlemeler , alanları, sınırları ve yönelimi işaretleyerek tanımlanan
antropolojik bir toplumsal gerçeklik düzeyine karşılık gelir . Bu mekânsal biçim, arkaik tarım-çobanlık toplumlarında baskındır. İnsan, mekânı işaretlemeyi, hem sembolik hem de pratik izler bırakmayı asla bırakmaz. Değişen olay örgüleriyle bu mekânın vazgeçilmezidir. Yönler, dönüşler, merkez olarak kabul edilen bedenine göre ve diğer bedenlere (hatta göksel olanlara, yani kozmolojiye) göre ortaya çıkar. [223] Yollar ve rotalar ağı, bedeninki kadar somut ve onu genişleten bir alan oluşturur. Arazinin özellikleri ya anılarla ya da olası eylemlerle ilişkilendirilir. Sembolik ve pratik olan bu nitelikli alan, onu ve onları destekleyen mitler ve masallarla doludur. Ağlar ve sınırlar, sembolizm ve pratiğin ayrılamadığı geometrik bir alandan ziyade bir örümcek ağına daha yakın somut bir alan oluşturur . Sınırlar arasındaki ilişkiler, sınırlar ve adlandırılmış yerler (örneğin çoban, dere, elverişli otlaklar vb.) arasındaki ilişkilerle birlikte büyük önem taşır. Bu ilişkiler ağı, bilinen yerler ağının üzerine yerleştirilir. (a) günlük kullanıma uygun , bu uygulamanın kuralları ve yöntemleriyle erişilebilir alanlar . (b) sınırlar ve yasak bölgeler, nispeten kapalı (dost komşular) veya tamamen kapalı (komşu düşmanlar) alanlar. (c) konutlar, ya yerleşik veya mobil (d) bağlantı noktaları (dikişler), genellikle geçiş ve buluşma yerleri, barış ve savaş ilanları gibi belirli ritüeller dışında sıklıkla yasaklanabilen değişim alanları. Sınırlar, bu tür noktalar olduklarından, duruma bağlı olarak (doğal engellerle ayrılmış göçebe gruplara karşı yerleşik gruplar vb.) aynı zamanda sürtüşme noktalarıdır [224]
Toplumsal mekân üç boyutlu bir karaktere sahiptir: dağlar ve yükseklikler, göksel varlıklar; mağaralar, kovuklar ve
gizli yerler; ve bu ikisini birleştiren ovalar ve su yüzeyleri, Kozmos'un bir temsilinde işlenir
. Bunlar, Toprak Ana ve Dünya mitlerinde daha da geliştirilir. Bu nitelikli mekân
, zaman içinde, iyi tanımlanmamış ölçütlerle (adım, yorgunluk vb.) ve beden aracılığıyla (ayak, bir kol açıklığı
vb.) değerlendirilir. Burada, soyut bir ortamda (planlar ve haritalardan oluşan soyut mekânımızda yaptığımız gibi) kendini diğerleri arasında bir nokta olarak görmek yerine,
"ilkel" kendini merkezi bir toplumsal nesneyle ilişki içinde konumlandırır: bir kulübe, asa ve
daha sonraki dini mekân veya tapınak.
3.8 Bu toplumsal bedenin tarihsel duyusal yapısı [227-234]; (Hegel'in tarih ötesi 'Geist'ı),
ürettiği ve yaşadığı toplumsal mekânın türüne dair 'değerli' göstergeler sunar.
Ses ve mekân [231].
"Hem başlangıç hem de bitiş noktalarında bedeni buluruz... ama hangi beden? Hem sabana bağlı köylünün öküzü
hem de süvarinin atının bedeni, insan ile
mekânı arasında bir ortam, bir araç ve alet görevi görür. Bu iki beden-ortamı (öküz ve at) arasındaki fark
, mekânlarda da benzer bir farklılığa işaret eder; yani buğday tarlası, savaş alanından ayrı bir dünyadır." [225]
Öyleyse hangi beden tanımından ve hangi bedenden bahsediyoruz? Zekayı (Platos) mı, yoksa habitusu
(Aziz Thomas) mı taşıyan bedenden? Görkemli veya grotesk bedenden mi? (Rabelais, Bakhtin)
Fenomenoloji ve varoluşçuluğun Kartezyen beden-nesnesi mi, yoksa beden-öznesi mi? Peki ya imgeler
ve sözcüklerle temsil edilen parçalanmış beden? Beden söyleminden mi başlanmalı? Peki, böylesine soyutlanmış bir bedenden yola çıkılarak bu sınırlar nasıl belirlenebilir
? Peki ya "toplumsal beden" -işbölümünün ezici pratiği tarafından parçalanmış, katledilmiş bir beden- ? Asıl soru, bedeni zaten "toplumsal" olan bu mekânda, onun tarafından parçalanmış olarak
kabul edersek, mekânı nasıl eleştireceğimizdir ?
İdeolojileri devreye sokmadan bedenin kendisi nasıl tanımlanabilir?"
Önceki bölümlerde beden, ne özne ne de
nesne olan, yalnızca çeşitli belirlenimlerle sıkı sıkıya bağlı bir mekânın ürünü ve üreticisi olan "mekânsal beden" olarak ele alındı: simetriler,
eylemlerin etkileşimi ve karşılıklılığı, eksenler ve yerler, merkezler ve çevreler ve somut mekânsal-zamansal
karşıtlıklar. Bu "mekânsal bedenin" maddiliği, mekânsallığından ve yaydığı ve kullandığı enerjiden gelir
; parçacıkların ve parçaların bir çerçeve içinde yeniden birleşmesinden değil, maddiliği mekâna kayıtsız bir doğaya atfedilmez
. Bir "makine" söz konusu olduğu sürece, bu ikili bir makinedir:
bir yandan büyük enerjileri (metabolizma, kaslar, nihayetinde cinsel dürtü) "soyup atan", diğer yandan da ince enerjileri
(duyuların bilgisi, bilgi) "soyup atan". Böyle bir diyalektikleştirme, soyut olanı somutlaştırır.
Makinenin, soyut bir şekilde işlenmiş bir uzay temsilinin içinde yer aldığı Kartezyen kavramı [226]
"Bedenin (ne bir madde, varlık, mekanizma,
akış ne de kapalı bir sistem olan) uzaysal-zamansal gerçekliğindeki içsel çatışmalar, bilgi ile eylem, beyin ile cinsiyet arasındaki çatışmalarla birikir,
ve insandaki arzular ve ihtiyaçlar arasında," [226] diyalektik bir bütünlüktür. "Ogranizm
, temas halinde olduğu
ve ürettiği mekânsal uzantılarıyla birlikte ele alınmadığı sürece ne bir anlayışa ne de bir varlığa sahiptir." [227]
Bedenin tarihinin mekânın tarihiyle herhangi bir ilişkisi var mıdır? Koku, tat ve ses.
Toplumsal pratikte duyuların, kokuların
ortaya çıktıkları diğer karşılık gelen duyumlardan (örneğin keskin bir koku, sıcaklık ve cızırtı) izole edilmesiyle ayrılması. Dolayısıyla, bu duyuları yeniden bir araya getiren bir "sanat" olarak `mutfak'ın ortaya çıkışı
. [228-230]
"Toplumsal hale gelen mekânsal beden, önceden var olan bir dünyaya dahil edilmez, onu üretir ve yeniden üretir.
Bu beden, içinde özellikler ve mekânsal belirlenimler taşır. Pratik-duyusal alanda,
sağ ve sol algısı çevreye yansıtılır ve işaretlenir." [230] Mekân, bu yanal
simetri ile üretilir.
"İki kulağın algıları çakışmaz. Bu fark, bebeği uyarır ve
içinde bulunduğu mekânın yoğunluğunu, fiziksel hacmini verir. İşitme, böylece mekânsal beden ile
dışsal bedenlerin yerelleştirilmesi arasında aracılık eder... Tamamen homojen, kusursuz bir şekilde eşzamanlı olan mekân,
ayırt edilemezliğe düşer" [231] Mimarlık ve şehirciliğin homojen modern mekânında, bu ayırt edilemezlik,
yerelleştirme ve yanallaştırma işaretlerinin silinmesi ve
yalnızca süsleme amacıyla sonradan eklenmesi nedeniyle ortaya çıkar. Sonuç, kendini yeniden yönlendirmek ve
mekânı yeniden bölgeselleştirmek için çalışması gereken bedenin hissettiği fiziksel bir rahatsızlıktır. Bu Kartezyen mekân "ne yazık ki aynı zamanda beyaz sayfanın, kat planının, cephelerin ve kesitlerin mekânıdır
... [ki bu] sorunu daha da kötüleştiren sözel, anlamsal ve semiyolojik bir mekânın yerine geçer.
Dar ve solgun bir akılcılık, mekanın, bütün bedenin derinliğini ve derinliğini göz ardı eder...
Mekanın, entelektüel bir temsilin projeksiyonundan oluşmadığını... ama her şeyden önce duyulduğunu ve hareket edildiğini unutur
..." [231-2] Dolayısıyla, bilgi teorisinde bir mesaj alma makinesine benzetilen beyin (
bir organ olarak rolünü ve ilişkisini parantez içine alarak),
ilk etapta mesajların ve kodların bulunduğu mekanları oluşturan bütünsel, etkileşim halindeki bir bedenin parçası olarak düşünülmelidir. Ancak o zaman, Ego'nun mekanla ilişkisinin hatlarını beden aracılığıyla (ve beden olarak) belirleyen bastırılmış
mekan özelliklerinin (örneğin yeraltı, labirent, rahim) sürekli olarak yeniden yüzeye çıkmasını ve geri dönmesini anlayabiliriz. Bu
"Batı'nın son evresinde bedenin tarihi, onun isyanlarının tarihidir" (Octavio Paz, Bağlaçlar
ve Ayrışmalar, s. 132) [232]. Bedensel beden isyan eder, ancak bu kökenlere, arkaik olana bir dönüş meselesi değil, modern dünyanın toplumsal alanında kendini göstermesi
yasaklanmış olan "bizim" bedenimizin gerçek, ihmal edilmiş ama hakiki boyutları meselesidir . Bu temel devrim, yalnızca teorik bir eleştiri talep etmekle ilgili değil, aynı zamanda "dünyayı altüst etmek" (bkz. Marx), anlamın tersine çevrilmesi, "Yasa levhalarının yıkılması" anlamına gelen bir altüst oluşla ilgilidir (bkz. Neitzsche). [233] Bilinçdışı, ego ve bedenin kesiştiği noktada bir boşluk, bir uzamdır. Çocukluğun uzun oluşumları ve deformasyonları sırasında barındırılamayan bir şeydir. Dil ve işaretler, anlamın bedensel yaşam düzeyi ile soyut akıl yürütme -metaforizasyon- arasında kaymasına izin veren ve hatta teşvik eden bu boşluktan sıyrılıp geçerler. Bu işlem, "bedensizleşme" (sözlü) ve "yeniden bedenlenme" (gerçek), [anlamların ve işaretlerin] zincirlenmesi ve çözülmesi, soyut bir genişlikte (étendu) mekânsallaşma ve belirli bir alanda (étendu) yerelleşme gibi tuhaf bir hareket başlatır. Bu, yaşamın ilk yıllarının ve daha sonra şiirin, sanatın karma mekânıdır (hâlâ doğal, önceden üretilmiş) - "temsil mekânı". [234]
3.9 Beden, hem doğrusal hem de döngüsel olanı birleştirdiği için farklılığı boşaltan doğrusal analitik akıl yürütmede gizlenir
(örneğin, zaman ve ihtiyaç döngüleri ve jestlerin doğrusallığı veya
şeylerin manipülasyonunun pazarı). Beden, tekrarlayan faaliyetlerin ortasında bile farklılığın yaratıcı gücünü korur. Bedenin
parçalanmasının, Ego ile bedeni arasındaki zayıf ilişkinin, bedenin dilde soyut bir şekilde adlandırılmasından kaynaklandığı, bu adlandırmanın çeşitli parçaları birbirinden ayırıp onları daha sonra patolojik olarak görüldükleri
bir temsil uzamında yeniden atamasından kaynaklandığı öne sürülür. Ancak bu, bedeni kötü olarak yanlış anlayan Yahudi-Hristiyan geleneğini ve işçileri bedenlerinden ayırma noktasına kadar itilen, bedenin birliğini belirli ve zamanlanmış jestlere indirgeyen kapitalist işbölümünün Taylorizmini aklar . [236] Beden ve uzam arasındaki ilişki, bilinç ve beden arasındaki ilişkiyi yansıtır. Bütünsel beden, söylemi de içeren, ancak yalnızca ona indirgenemeyen pratik işlevler sürecinde kendini konumlandırır ve parçalar . Bu , bilinç, beden ve mekânın üretkenlik adına ayrıldığı soyut, parçalanmış mekân ilişkisinin sorunlarını belirsizleştirir . [236]
3.10 Bu analiz, zamanın uzaysal biçimiyle
ardışık hareketler olarak kavrandığı bir 'ritim analizi' ile tamamlanabilir ve tamamlanmalıdır. [237]
3.11 Bilinçdışının verileri, nesneler ile
arzu arasındaki uzamsal eklemlenme açısından da ele alınmalıdır (désire - Hegel'in Koyré-Ed [237ff] aracılığıyla Fransız düşüncesine miras kalan 'eksikliği').
3.12 Son olarak, mekânsal pratik, bu düzeyde, en somut şekilde çeşitli tarihsel ve kültürel
"gestalt" sistemlerinde ifadesini bulur. Tüm bu analizler,
doğa üzerinde üretimin ilk anıyla, ardından birikimle (mekan ve zamanın, soyut düşünce ve
ekonomik pratiğin ayrışması) ve son olarak, geç kapitalizm ve onun "moderniteleri"nde,
mekânın kendisinin üretimi için gerekli ön koşul olarak ortaya çıkan tarihin kendisi temelinde yürütülecektir [245-250].
3.13 İkili karşıtlıklar: Mutlak uzaydaki nesneler; birikim, uzay ve zamanın ayrışmasına yol açar. Bu,
gerçek nesnelerin göreli bir uzayına ve tarif edilemez bir duygusal uzaya (ki bu da nötrleştirilmiştir) yol açar [bkz. 251-253].
1. An: Uzaydaki nesneler. Üretim, doğaya hâlâ saygı duyar, onu insan emeği sürecinde
(çoğunlukla tarımsal) kutsallıktan arındırır, ancak unsurların kutsal karakterini dini ve politik yapılarda yoğunlaştırır.
Düşünce ve eylem biçimi içerikten ayrılmaz.
2. An: Değişim için birikim ve üretim. Sermayenin ortaya çıkışı. Nesneler
uzaydan, biçim içerikten ayrılır. İşaretlerin soyutlanması, Mutlak Hakikat kavramlarını ortaya çıkarır. Uzay
ya bir öz (Lefebvre'e göre Kartezyen, daha doğrusu Leibnezyen-Ed.) ya da saf a priori (Kant) olarak görülür.
Uzay ve zaman ayrıştırılır; birincisi, birikim pratiğinde ikincisine tabi kılınır.
[251]
3. An: Mekân ve nesneler görelileşir. Mekân, özünde, ele geçirilemez hale gelir ve düşünülemez hale gelir. Zaman,
özünde de görelileşir. Zaman ve mekânın birliği (zaman, mekânsal değişim, zaman(lar) içindeki mekân olarak kavranır). Kapitalizm,
şeyleri üreterek ve mekânlara yatırım yaparak başlar. Toplumsal ilişkileri yeniden üretme ihtiyacı bunu değiştirir. Ve bu, yeni toplumsal ilişkilerin üretimini durdurmak için zamanı azaltarak
doğayı yeniden üretmeyi ve onu üretirken mekâna (kapitalizmin politik-ekonomik mekânına
) hükmetmeyi küresel ölçekte gerekli kılar. Marx'a gelince, 'sanal', gerçekliğe dair bilgimize rehberlik ederek, yüzeysel eğilimlerin genelleştirilmesiyle değil, birikimin altta yatan tarihinin değerlendirilmesiyle düşünceyi sınırlarına kadar zorlamamızı sağlayabilir. "Üretim, bugün, sınırda, artık şunu veya bunu, şeyleri veya eserleri [eserleri] üretmek değil, mekân üretmek meselesidir." Mallar tüm küresel mekânı kaplayacaktır. Değişim değeri, değer yasasını tüm gezegene dayatacaktır. Bir bakıma, dünya tarihi, ticaret tarihinden başka bir şey değildir. Bu hipotezin uçlara itilmesi, engellerin ve itirazların keşfedilmesine olanak tanır. Sınırda, devlet kendi alanını, mutlak siyasal olanı mı üretecektir? Yoksa ulus-devletin ve alanının küresel pazar içinde ve aracılığıyla kaybolduğunu görmek mümkün müdür ? [253]
3.14-3.15 Mimaride anıtsallık, mekanın tarihsel gelişiminin yukarıdaki çözümlemesinde kilit bir olgudur
; özellikle de modern çağdaki bozulmasında. Bir bakıma, anıtsal mimari,
metonimi (yer değiştirme) ve metafor (
benzerin ikamesi) gibi psikanalitik süreçler aracılığıyla, inşa edilmiş yapının içsel semyolojisinin, anıtsal anlamlandırma pastişiyle değiştirildiği en temel türdendir
. [253-260] Daha da kötüsü, anıtsallık iktidarın eylemini gölgede bırakır.
3.16 Toplumsal mekânın karmaşıklığı, eleştirel düşünce yoluyla farklılığın özgürleştirilmesinde ortaya çıkar. Birbiriyle bağlantılı üç
düzey ayırt edilebilir. (1) Farklı ritimler temelinde mekânları değerlendiren bedenler etrafındaki tekillikler
; (2) Genellik düzeyi, dolayısıyla toplumsal pratikler ve toplumsal düzen, işbölümü vb.
güç ve şiddet sembolleriyle; ve (3) tanımlanmış mekânlardaki gruplara ve ailelere atfedilen Özellikler düzeyi
. [261]
3.17 Küresel kapitalizmin mevcut anında, uzay mimarisinin nihai sınırına ve ufkuna ulaşılmış gibi görünüyor
[262].4. Mutlak Uzaydan Soyut Uzaya
4.1 Önceki bölümlerin özeti [265-270]. En modern mekan türü, daha önceki tüm türleri (
tarihsel mekânsallaştırmaları) kendi içinde tortulaşmış ve aşırı yüklenmiş bir şekilde taşır. Tarihsel mekanların psikanalizi.
4.2 Bunların en eskisi olan Mutlak Mekân [270 vd.], avcı ve toplayıcıların (ilkel) uygulamaları ile
ilk çiftçilerden türemiştir. Bu uygulamalarda küçük sosyal grup, hasat gibi mevsimsel faaliyetlerde birleşen hem zamanın hem de mekânın merkezi olarak görülür ve kozmosun etrafında yer alır. O zamandan beri , güçleri ve karakteri doğa güçlerine atfedilecek kadar aşkın ve kutsal
bir görünüm kazanmıştır . Sadece iyi veya kötü deneyimlerin göstergeleri değil, kendi içinde kutsal ve kötücül olan yerlerden oluşur. Küresel dokudan ayrı bir "çevre" veya "mekan" yoktur . Gösterilen, göstereninden ayrı değildir. Yaşamın dini veya politik olarak belirgin bir statüye sahip olduğu durumlar dışında, kamusal ve özel arasında bir fark da yoktur . Bu, erken medeniyetlerde şehir ve çevresindeki kırsal alanla simbiyotik ilişkisiyle kutsal şehir mekânına dönüşmüştür . Bu mekân, akılla akılla değil (concu) veya akılla anlaşılmayan, bedenle ilişkili olarak "yaşanır" (vécu) . Dolayısıyla, mekânın temsilinden ziyade bir temsil mekânıdır. [373] Boyutlar, özellikle yukarı (kozmik, yaşam) ve aşağı (yeraltı, bastırılmış, yaşanmış) sembolik değerler kazanır. Bu mekân, Batı dini mabetlerinde hâlâ varlığını sürdürmektedir. Biçimleri, özdeşleşme ve taklit temaları etrafında örgütlenmiştir [274 vd.]. Roma mekânını ve mekânsallığını Yunanlılarınkinden "kökten" ayırmalıyız [275 vd.]: Yunanlılar her zaman, Yunan düzenlerini salt bir dekorasyona dönüştüren Roma pratiğinde istikrarsızlaşan bir biçim, işlev ve yapı uyumuna dayanıyordu . Hegel'in Yunan sanatı analizi [276]. Yunan habitusu ayrılmaz bir şekilde toplumsal ve zihinseldir. Aristoteles döneminde habitus, Intuitus'tan ayrılmıştır. Roma sezgisinde her şeyin biçimi, işlevi ve yapısı, toplumsal kullanımını belirleyen hem maddi (ihtiyaç) hem de yargı yetkisi (medeni) ilkesine tabidir . "Yasanın, Hakkın, Mülkiyetin, Şehir Devletinin birliği, kavranmak yerine yaşanıp algılandığı için telafisi mümkün olmayan çatlakları önler. Roma'da ihtiyaç ve arzu [277].
4.3 Mundis kavramı: hem imge veya sembol hem de mekân olarak. [280] Öteki kategorisi, dışlama ve daha sonraki
Hristiyan yaşam ve ölüm arasındaki geçiş mekânı. Roma'nın Urbs et Orbs kavramı.
Etrafında dağılma eğiliminde olanı yoğunlaştıran ve böylece yeraltı ölüm güçlerini kovan imago mundi olarak Roma.
[280-283] Roma, yeni toplumsal güçlerin sahnesi olan bir mekân sunar: yalnızca
eylemle değil, aynı zamanda örtük bir uygulama ve imgelerle de kurulan politik bir mekân (örneğin, tüm tanrıları ve metaforik olarak tüm mekânları inşa edilmiş bir çerçevede toplayan Pantheon
). Şehre,
ataerkil yasalara dahil edilen mekânın bu temsili, kendini Mundis'e, yeraltı, cehennemi bir
uçuruma gömen bir temsil mekânı haline gelir. Bu daha sonra Hristiyanlığın kalbi haline gelir.
Böylece çifte mekânsal bir uygulama, Urbs'ü (kutsal) yol aracılığıyla egemenlik altındaki ülkelere (boyun eğen) ilişkilendirir;
Özel hayat, mülkiyet ve ihtiyaç çizgileri boyunca hukuki olarak kurulur ve bu da
kamusal ve özel alan arasında bir dengesizliğe yol açar. Bir yanda eşmerkezli Urb'ler ve
Küreler, diğer yanda askeri kampın dik eksenleri olan çifte bir mekan temsili. Üçüncüsü, çifte bir temsil alanı,
eril olanı (askeri, otorite) dişil olandan (uçurum, ölüm yeri, fethedilecek dünya) ayırır.
Bu, ataerkilliğin ve imparatorluğun (özbilinçli iktidar) yeraltı
güçleri ("bastırılan ve Baküs orjilerinde yeniden ortaya çıkan çılgınlık, Nietzscheci aşırılık vb.") üzerindeki artan önceliğiyle sonuçlanır ki bu da
yeni "devlet alanı"dır.
4.4 Hristiyanlık, "Mundus et immundus" kelime oyunu ve zaman ile mekan,
özne ile nesne (ikincisinin değersizleştirilmesiyle birlikte) arasındaki Augustinusçu ayrışma üzerine kuruludur. Marksist tarih, ekonomik olanı aşırı değerlendirerek
bu terimlerin statüsünü belirsizliğe itmiş, bazıları tarafından fetişleştirilmiş, bazıları tarafından da itibarsızlaştırılmıştır. [285]
4.5 Antik Yunan'da mekânın yaratıcı imgesi, evlerin mekânsal ve toplumsal bir hiyerarşi içindeki mutlu yerleşimidir
: Polis. Tapınak aracılığıyla Kozmos ve Dünya'nın aracılığı.
4.6 Mutlak uzayın varoluş biçimi: gerçek mi yoksa kurgusal mı? [290]
4.7 Roma villası, özel mülkiyet ve mekân ilişkisini birleştirerek ve sabitleyerek yeni bir mekân yaratır; bu mekân, daha sonra,
yavaş yavaş, Roma'nın ve Orta Çağ'ın ilk dönem Hristiyanlığının dini ve siyasi mekânını laikleştirir.
Mekânı, villa veya latifundia'nın babacan toplumsal örgütlenmesinin dominiumuna tabi kılar. Bu mekân tanımı, hukuki-toplumsal bir kurumun yeryüzüne sabitlenmesi, "villa"nın duruma bağlı olarak senyörlük mülkü veya köy haline geleceği kapitalist birikimin
tarihsel mekânının ortaya çıkması için gerekli ön koşuldur .
4.8-
4.9 Hristiyan Orta Çağı, bu 'gizli' (yeraltı) güçlerin (mundus et
immundus) yeniden ortaya çıkışı olarak görülür; bu, yeni bir aydınlık ve açık, kamusal bir pazar ve değişim alanıyla tamamlanır. Bu,
nihayetinde Rönesans perspektifine, artan nesnelleşmeye ve nihayetinde sermayenin nesneleşmesine yol açar.
Başlangıçta özgürleştirici işlemler olan emtialar, ticaret ve pazaryerleri, ancak daha sonra pazarda
, kapitalist birikimde olumsuz sonuçlarını geliştirir [294].
4.10 Rönesans'ın temel biçimi, Vitruvius mimari kategorilerinin yeniden canlandırılmasının perspektif yaklaşımıyla el ele gittiği şehirdir [309 vd.]. Perspektif kurallarındaki mevcut mekansal kodların kökenleri [310 vd.]
, mekân unsurlarının (hava, ışık, tuğla vb.) eksiksiz bir sözlüğünü;
bu unsurların düzenlenmesini yöneten sözdizimsel kuralları; ve bir üslup (önerici bir estetik) öneren Vitruvius tarafından kodlanmıştır.
Eksik olan tek şey, şehrin etkisinin bir analizidir. [313] Görselin (le perçu) hakimiyeti ve cephenin önceliği
, daha sonra 19. yüzyıl burjuvazisi tarafından mükemmelleştirilerek Papalık Roma'sının "arenasında" ortaya çıkar.
4.11-4.14 Kapitalizm ve küresel piyasa ile birlikte şiddet, birikimin desteklenmesinde ekonomik bir rol üstlenir.
Ekonominin baskın hale gelmesi de bu şekilde gerçekleşir. Kuzey Avrupa, "Savaşların mekânı,
zengin ve kalabalık mekân, kapitalizmin beşiği haline gelir." [319] Bu nedenle savaş haksız yere olumsuz olarak sınıflandırılırken, ekonomi üretken olarak yüceltilir. Bu mekânın yaşamı , zafer taklarında ve askeri anıtlarda
sıklıkla örtük bir şekilde kutlanan şiddettir .
4.12 Mekân, çünkü Hegel , Devlet biçiminde rasyonel ve gerçek olanı aynı anda gerçekleştirerek tarihsel zamanı ortadan kaldırır . [321] Mekânı yanlış anlayan Hegel, şiddeti de yanlış anlamış ve onu yalnızca
spekülatif kategoriler aracılığıyla kavramsallaştırmıştır; bu, Marx ve Engels tarafından eleştirilen bir hatadır. Devlet, bir "çerçeve" olarak,
sınıflar ve sınıf kesimleri ile bunların işgal ettiği mekânlar arasında bir "güç ilişkisi" kurar. Buna,
Devlet'in ve kurumlarının somutluğunu tesis etmek için gerekli olan "mekânsal çerçeve" de eklenmelidir. [324]
4.13 Descartes'tan Diderot'ya görsel ve matematiksel uzay.[327-328]
4.14 Soyut uzayın baskın stratejisi, geometrinin (bkz. Gallileo, Descartes) üçlü önceliği olarak ortaya çıkar
; görsel (perspektif) ve fallik (Lacancı "eril" şiddet kavramı,
gerçekliğin imgelere (planlara) indirgenmesi) [330], boş ve nötrleştirilmiş bir uzay aracılığıyla güç ve devletin onaylanmış ifade biçimi olarak
[331].
#5. Çelişkili Uzay
5.1 Uzay, kendi kodları ve mantığı açısından teorileştirilmemelidir; diyalektik bir uzay teorisi,
uzayı çelişkiler açısından kavramsallaştırabilmelidir [337].
5.2 Bu "diyalektik" teori, yalnızca "çoğul" veya "çok değerlikli" bir mekan fikrini içermekle kalmaz, aynı zamanda
"Mekânın bir mantığı var mı?" sorusunun cevabını da talep eder [338]. Bu,
mekanın, duyular üstü bir sonsuzluk olarak "toplu halde" verildiği ve bir mantığın
nesneler dünyasını oluşturan bir "gerçek" ilişkiler ağını önceden belirlediği Kartezyen mekan anlayışının ipso facto bir eleştirisi değildir.
Haussman, şehir mekanının
yeni bir birlik, düzen ve homojenlik (devlet iktidarı) üretmek amacıyla parçalandığı, parçalandığı ve ayrıldığı en son mekansal pratiğin öncüsüdür. Bu yeni mekan,
(1) katıları imgelere ve simülasyonlara dönüştüren, (2) "meskeni"
"yaşam alanına" (toplu konut) dönüştüren ve (3) nihayetinde mekanı planlama biliminin nesnesine indirgeyen, özünde görsel bir mantığın hakimiyetindedir.
5.3 Bu soyut/çelişkili mekânın mantıksal ilişkileri , daha büyük dairelerin (kümelerin) diğerlerini çevrelediği Venn diyagramları tarzında geometrik olarak temsil edilebilen içerme ve dışlama, birleştirme ve ayırma ilişkileridir
. Bu, bir insanın toplumsal bir mekânda olduğu hissini yansıtır. Ancak mekân kavrayışında,
içerme ilişkisinin geçerli olmadığı yasak bölgeler de vardır. Aksine, bu ilişki bir
dışlama ilişkisidir. Her "mekan"ın kendi iç kümesiyle ve dışsal kümesiyle ikili bir ilişkisi vardır. Bu şekilde, mekân antropolojik olarak sınıflandırma işlemleri için bir araç olarak ele alınma eğilimindedir
: bir isimlendirme veya taksinomi olarak. [341]
5.4 İçerilenin kap haline indirgenmesi, farklılıkların etkileşimini, diyalektiğin mantığa
ve toplumsal mekânın salt biçimsel bir zihinsel mekâna dönüşmesini ortadan kaldırır. [342]
Mekânın mantığına gelince, bir bakıma tümüyle matematik tarafından oluşturulur. Ancak, "salt" olarak
kavranan mekânın ne unsurları ne de biçimi vardır (bkz. Leibniz), parçaları homojen bir şekilde ayırt edilemez.
Belirlenimi ortaya koymak için bir içerik ortaya koymak gerekir: Farkı düşünme eylemi. [343]
Deneyci çalışmalarla (örneğin ET Hall'un yakınlık kuramı) birlikte, Fenomenoloji bu temelde eleştirilebilir. [343-5].
Özet [345]
5.5-5.7 Soyut mekân, Picasso'nun [346-349] yanı sıra modern mimarlarla
(Gropius, Mies, Cobusier ve diğerleri) sanatsal ifadede ortaya çıkar. Ayırt edici özelliği, (1) değiştirilebilir mülkiyet ve kutsallıktan arındırılmış anlamlar düzeyinde homojenlik [347-8]
ve (2) parçalanmadır (güç aracılığıyla mekânın bölünmesi).
5.8 Aynı dönemde Batı'nın "ileri" ülkelerinde,
sanat ve felsefenin sınırlı alanının dışında kalan mekana ilişkin değerlendirmeler parçalanmaya başladı. Bu durum, davranışçılık (mekanın bir öznenin deneyimlediği uyaranların toplamı haline geldiği yer ) ve etnografya (kültürel mekanın analojik teorisinin mekanın
kültürel bir modeli haline geldiği yer ) uçlarında örneklendi.
5.9 Soyut mekân soyut olarak kavranamaz çünkü soyutlama onu aynı anda homojenliğe indirger, ancak aynı zamanda
gerçek birliğini parçalar ve karartır. [353] Soyutlama, mantığı ve diyalektiği ayırır, çelişkileri tutarlılığa indirger,
indirgemenin kalıntılarını karıştırır (örneğin toplumsal mantık ve toplumsal pratik). Bir
araç olarak ele alınan soyut mekân, öncelikle doğanın mekânıdır; onu ele geçirmek ve mümkün olduğunca yok etmek isteyen araçtır.
Hem emek pratiklerinin güçlendirilmesine hem de toplumsal bir
varoluşa sahip yeni bir soyut emeğe karşılık gelir. [354]
Homojenleşme mekânı açıkça homojen olmaktan çok uzaktır. Dağınık unsurları
ve parçaları içerir ve birleştirir. Tarihsel olarak, aristokrasi (toprak mülkiyeti) ile burjuvazi (para) arasındaki sosyo-politik uzlaşma ortamı olarak görünür , ancak finansal sermaye ile proletarya adına eylem
arasındaki çatışma tarafından desteklenir . [355]
5.10 Bu mekânsal "doku"ya, referansların çöküşünü hesaba katan avangard sanatçılar girer. Bu
sanatçılar, nesneleri egemen toplumsal pratik mekânında sunarlar. Aynı zamanda mimarlar,
eylemlerinin ardında bir ideoloji olarak, parçalanmış içerikleri alan boş, ilkel bir mekânı,
parçalanmış şeyleri, insanları alan nötr bir ortamı veya yaşam alanını desteklerler. Kısacası, tutarlılık işareti altındaki tutarsızlık - uyum içinde ayrılık ve kopukluk - istikrar içinde akış ve geçicilik - görünürdeki mantık ve etkili birleşim
adına çatışmalı ilişkiler . Bu soyut mekân, birçok başka özellik barındırır. Arzuları ve ihtiyaçları birbirinden ayıran, sonra da onları genellikle daha iyi durumda olmaktan çok daha kötü durumda tekrar birbirine bağlayan bu mekân, bu düzenlemedir . Orta sınıfların yerleştiği ve yayıldığı yer burasıdır; toplumsal ve politik olarak burjuvazi ve işçi sınıfı kutupları arasında konumlandıkları için (görünüşte) tarafsızdırlar . Bu alan, orta sınıfların "ifadesi" değil, tam tersine, büyük stratejilerin onlara atadığı alandır. Bu sınıflar aradıklarını bulurlar: "gerçeklikleri" için bir ayna, sakinleştirici temsiller, yerlerinin olduğu, etiketlendiği, güvence altına alındığı, korunduğu bir toplumsal dünyanın imgesi. Oysa gerçekte, bu alanda belirsiz özlemleri ve çok belirli ihtiyaçlarıyla birlikte yönlendirilirler. Stratejilerin uygulandığı soyut alanda, Mimesis'in şenlikleri ve tartışmaları (les ébats et débats) da ortaya çıkar: moda, spor, sanat, reklamcılık ve ideolojiye aktarılmış cinsellik. [356]
5.11 Bu Soyut Anaforizasyon Mekânı (bedeni kendi içinden görsel bir ideale dönüştüren), aynı zamanda
cinsiyetle ilgili tuhaf bir ikamenin de mekânıdır. Doğal cinsel ilişkiler bir karşılıklılık içerir; bu bağ da
onu toplumsal bir gerçekliğe dönüştüren soyut bir gerekçelendirme ve meşrulaştırma alabilir. Fiziksel karşılıklılık,
sözleşmesel karşılıklılıkta, tanığı ve garantisi otorite olan bir "bağlılık"ta meşrulaştırılır. Ancak
bu süreçte, başlangıçtaki bağ ciddi bir değişime uğrar.
Doğanın yerine soğuk soyutlamayı, hazzın yokluğunu koyan ikame mekânı, hadım etmenin zihinsel mekânıdır (hem kurgusal hem gerçek, hem sembolik hem de somut). Bu , (özellikle) kadının imgesinin kadının yerini aldığı, bedeninin parçalandığı, arzunun kırıldığı , yaşamın parçalandığı, dağıldığı
metaforlaştırma mekânıdır . Doğallık statüsünü yitiren seks, bedenin bir "kültürünü" boşuna talep eder; kendisi de bir yerelleşme, bir belirleme, kendi bölgeleri ve organlarıyla, seksologlar tarafından belirlenen erotojen bölgelerle ve üreme organlarıyla bir uzmanlaşma haline gelir. Cinsellik (ne kültür ne de doğa), kodlanmış ve kod çözülmüş bir alt sistem olduğu ölçüde egemen görünür : gerçek ile hayal arasında, arzu ile kaygı arasında, ihtiyaçlar ile hayal kırıklıkları arasında belirlenmiş bir aracılık. Özelleşmiş bölgelere bölünmüş bir mekanın soyutlanmasında, bedenin kendisi parçalanır ve toz haline gelir. İmgelerle, reklamlarla (çoraplar için bacaklar, sutyenler için göğüsler, makyaj için yüz vb.) temsil edilen beden, arzuyu ayrıştırır, onu kaygılı hayal kırıklığına ve yerelleştirilmiş (kısıtlı) ihtiyaçların tatminsiz tatminine adar. Soyut mekanda ... bedenin ölümü iki şekilde gerçekleşir : sembolik ve somut: yaşayanların parçalanması ve şiddetin etkisiyle. Özellikle kadın bedeni, bir meta ve metanın kendisi olan bir değişim değerine dönüştürülür. Seks ve cinsellik, haz ve keyif (jouissance), boş zaman için özelleşmiş alanlarla özdeşleştirilir: tatil şehirleri ve köyleri, kayak pistleri, güneşli plajlar. Bu boş zaman mekânları erotikleştirilir: yanıltıcı festivale adanmış "mahallelerin" ve genelevlerin gece mekânları . Bir oyun gibi, Eros da tüketiciye dönüşür ve işaretler aracılığıyla değil, gösteriler aracılığıyla tüketilir. Soyut mekân iki kat hadım edicidir: (1) fallusu izole ederek ve (2) onu bedenin dışına yansıtarak, mekâna sabitleyerek (dikeylik),
Gözün "gözetimi" altında. Görsel ve söylemsel olan,
işaretler dünyasında (her şeyi bağlamlandırarak) birbirini güçlendirir.
Schelsky'nin ifadesiyle ticari terörizmin (sous la férule du terrore commerciale) egemenliği altında ve ayrıca ve her şeyden önce yerelleştirme,
küresel olarak homojen bir şekilde parçalanmış ve uzmanlaşmış mekânlar (biçim) aracılığıyla. Bedenin soyutlanması,
parçalanma ve (işlevsel) yerelleştirme yoluyla kendini mükemmelleştirir. [357]
"Tuhaf bir mekân: homojen ama gettolardan oluşan." [358] Yanlış bir şekilde doğrudur, sahte bir bilincin nesnesi değil,
kendisi sahte bilinci doğuran bir yer ve ortamdır. Kendini simgeleştirmesi gereken sahiplenme, orada kendini işaretlenmiş ve yanıltıcı hale getirilmiş olarak görür. Bu mekân , içerileni işaretler aracılığıyla göstererek
maskeleme (inkar etme) konusunda çok şey içerir .
Belirlenen hayali olanı içerir:
yerleşik düzenden türetilen, "başka şeyleri" açığa çıkarıyor gibi görünen ama aslında içeriklerin ta kendisi olan fantastik imgeler. Bu
"temsiller", kendilerini destekleyen ve etkililiklerini veren mekânda ve mekân aracılığıyla dayatma ve emretmede bulunur
. İçinde, şeylerin sürekli olarak kodlar ve temsillerle yer değiştirmesi işler. "İşaretler dünyası"
yalnızca bu işaretlerin ve imgelerin (nesne-işaretler ve nesne-imgeler) işgal ettiği mekân değil, aynı zamanda
Ego'nun artık doğasıyla, bir maddeyle, hatta şeylerle bile değil,
işaretleri tarafından ikiye katlanan ve yerlerinden edilen şeylerle uyum içinde olduğu mekândır. "Ben"in, "işaret taşıyıcısı"nın (porte-signes)
diğer "işaret taşıyıcıları" dışında başka işi yoktur.
Bu homojenleştirici, parçalanmış mekân, ayrıntılı ve farklılaştırılmış bir biçimde,
nesnel analizler, sistemik analizler sağlıyor gibi görünen sektörlere veya alt sistemlere parçalanmıştır. Örneğin, "kentsel sistem"... ama bu
gerçekten şu veya bu şehirde bulunabilir mi? Dünyanın ve toplumun sektörel olarak
alt sistemlere bölünmesinin nihai sonucu kaostur.
5.12 Kentin meydanı, dolaşım sürecindeki buluşma yeri (örneğin la Place des Vosges)
döner kavşağa (örneğin la Place de la Concorde) yol verdiğinde, kentsel yaşamın niteliği
atomların dolaştığı soyut mekan rejiminin (örneğin arabaların) yararına bozulur. Haussman genellikle Paris'in tarihsel mekanını parçalamakla tanınır, ancak bu, daha az tartışılan bir indirgemeyi ve bu mekanın planın yüzey-mekanına
düzleştirilmesini içeriyordu .
Bu süreçte, "görebilen ve bakmaktan başka bir şey bilmeyenler,
çizebilen ve çizmekten başka bir şey bilmeyenler ve dolaşan ve arabalarıyla dolaşmaktan başka bir şey yapamayanlar,
mekanın parçalanmasına ve bölünmesine katkıda bulunurlar. Sonuç olarak, etrafta dolaşanlar yalnızca
nereye gittiklerini görmek için bakarlar ve yol işaretleri ve yönlendirmelerden başka bir şey görmezler; dolayısıyla
rotalarından (somutlaştırılmış, mekanize edilmiş, teknikleştirilmiş) başka bir şey algılamazlar ve bunu da yalnızca
işlevsel fayda açısından, yani hız ve okunabilirlik açısından yaparlar. Ancak, görmekten başka bir şey bilmeyenler, sonunda
iyi göremezler." [360-61] Okunabilirlik amacıyla oluşturulmuş bir mekanın okunması, beklenmedik bir şekilde, tutarlı ve ikna edici bir metnin ortaya çıkmasını sağlar . Bu mekan , çevreleyen dünyayla yalnızca görsel temas halinde olan soyut
bir öznenin, sürücünün algılarıyla tanımlanır .
"Bu soyut mekan,
böylece gerçek mekanın (tarihsel olarak doğanın) taklidi haline gelir. Yol,
aslında kentselliğin merkezinde olan şeyin, yani karşılaşmanın yaşanmış bir simülasyonu haline gelir." [361]
5.13 Bu Soyut Mekân'da, ev yerine habitatın tarihsel bir ikamesi bulunabilir. Tarihsel olarak, "ev"in
gerçek anlamı yalnızca aristokrasi için geçerliydi. [362] Burjuva dairesi,
evin içsel ve mahrem topluluğuna yaptığı vurguyu tersine çevirerek aristokrat "otel"i parodileştirir. Bunun yerine, dış cephe önem kazanır,
katı bir işlevsel ayrım ve gizleme rejimi benimsenir ve dış dünya tarafından görülebilen görünüm
, en önemli hale gelir. Bu görsel strateji, Eros'un
kişi düzeyinde bastırılmasına ve onun yerine mitleştirilen mahremiyet göstergelerinin geçirilmesine benzer.
Burjuva mekân pratiğinin analizi, yukarıdaki Soyut Mekân teorisini doğrular ve
mekânsallığın yaşanmış ve kavranmış yönlerinin birliğini gösterir. [364]
Habitat, rasyonel olarak tanımlanır ve önce asgari yaşanabilir hacim - bir tahammül eşiği
- ve daha sonra toplumsal kontrolü sürdürmek için gereken asgari - bir toplumsallık (veya
sosyalleşme - Ed.) eşiği - olarak niceliksel olarak ifade edilir. Kentsel konut projeleri ve yeni kasabalar bu yaklaşımı benimser, ancak
"homojenlikteki kırılma çizgilerini" [365] belirleyen iç sınırlar hızla ortaya çıkar; insanların gerçekten yaşadığı bölgeler,
gerçek bir "Toplumsal Mekân" oluşturur.
Kartezyen rasyonalizm, düzeyler, değişkenler ve boyutlar hiyerarşisinin gerçekliği yeterince yansıtabileceği fikrini savunur
. Ancak bu, farklı düzeyleri izole etmek ve bunları bir hiyerarşi halinde yeniden birleştirmek için gerekli olan ayırma ve birleştirme süreciyle mantıksal çıkarımlar getirir
. Mekân çalışmaları açısından bu süreç, homojen-heterojen somut ilişkisini maskeler. Bu gözden kaçırma , rasyonel devlet bürokrasisinin ve imar gibi mekân uygulamalarının meşrulaştırılması
için hayati önem taşır .
"Aklın birliği, her bir parçasının bir "işlem"e karşılık geldiği
bir tür bulmaca olan çoklu idari bölünmeleri, yan yana koymaları, üst üste bindirmeleri kapsar ve güçlendirir . [366] "Soyut Mekân ... özünde ve mükemmelliğinde baskıcıdır, ancak çoğul olduğu için katlanılması özellikle kolay bir tarzdadır: içkin bir baskı, bazen indirgeme, bazen işlevsel yerelleştirme, bazen hiyerarşileştirme ve ayırma, bazen de estetize etme yoluyla kendini gösterir. (Uzaktan) bakmak, (ayrılmış olanı) tefekkür etmek, bakış açılarını ve perspektifleri yönetmek, bir stratejinin etkilerini estetik sanat nesnelerine dönüştürür." [366]
5.14 İşyeri mekânı, çevreleyen, bağımlı bir yerleşime nüfuz ederek, fiilen,
işçilerin işyerinin dışında bile özgür olmayan emek statüsünü tesis edebilir.
Bir işletmeye bağımlı bu emek "adaları" piyasa sistemi aracılığıyla birbirine bağlandıkça, totaliter bir politik-kapitalizm üretme eğilimi vardır.
Büyük şehir bu şekilde ele geçirilemez ve dolayısıyla demokratik özerklik ve özgürlüğün beşiğidir.
[367-8]
5.15 Mekân, belirlenmiş ve yasaklanmış alanlara bölünmüştür. Soyut Mekân'da yasak,
özel mülkiyet rejiminin ters yüzü olduğu için bölgelerin temel belirleyicisidir.
5.16 Siyasi güç, uzayın görünür şeffaflığının ve sürdürülmesinin merkezinde yer alır. Soyut Uzay'da güç,
olduğu gibi görünmez - ne bir nesnedir ne de saf bir formdur - ancak
kendisine karşı çıkan her şeyi atlatan, savuşturan ve boşaltan bir "uzay organizasyonu" altında ve aracılığıyla yeniden üretilir. [370]
5.17 Sermaye diyalektiğine sadık kalan bir mekan analizi şu noktalarda ısrarcı olmalıdır: (1)
mekanın arazi olarak değişim değerine ve spekülatif sermayenin (özel mülkiyet, imar) arenasına dönüşme eğiliminin artması
ve (2) şehrin kapitalist sistemin salt bir unsuru haline gelmesinde makinenin merkezi konumu
(şehir yalnızca "üretim mekanı", "makinelerin yeri", üretim
ve yeniden üretim için bir araç ve ortam olarak). Böylece ("boş zaman" kategorisi altında) kullanım değerleri (örneğin temiz su, doğa, ışık,
zaman) kıt ve kötü dağıtılmış kaynaklar haline gelir (hiç kimse bunlardan yeterince sahip değildir) ve dolayısıyla değişim nesneleri haline gelir
(petrol vb. gibi birincil kaynaklarla birlikte). [370-392]
5.18 Bu, kullanım değeri üzerine yeni bir meditasyon gerektirir. Mekânın üretiminin kategorilerini ve kavramlarını oluşturmaya çalışmak için,
yalnızca toplumsal çalışma ve üretim kavramlarına değil, Marx'ın kavramlarına da geri dönmek gerekir
. "Bir meta nedir? Somut bir soyutlama. Soyutlama mı? Evet, ve
bir nesne olarak niteliğine rağmen değil, tam tersine, varoluşu boyunca maddiliğinden,
kullanımından, üretim faaliyetinden, tatmin edebileceği ihtiyaçtan kopuk bir toplumsal "nesne" olarak..." [392]
5.19 "Günümüzde, modern dünyanın bilimsel ve teknolojik dönüşümleri, Marksist
düşüncenin yeniden değerlendirilmesini kaçınılmaz kılıyor. Öte yandan, Marx tarafından ilk ortaya konuldukları haliyle ele alındığında, bu kavramların ve teorik gelişimlerinin artık hiçbir amacı yok. Marksist kavramların yenilenmesi , mekanın tam olarak hesaba katılmasıyla en uygun şekilde
geliştirilebilir ..." [395-6]
5.20 Marx için Doğa, üretici güçler arasında yer alıyordu. Bugün, Marx'ın ortaya koymadığı, doğanın tahakkümü ve sahiplenilmesi arasında,
mekânda ortaya çıkan bir çatışmayı temsil eden bir ayrım dayatılıyor : tahakküm altına alınan ve sahiplenilen mekânlar. [396] Ayrıca, Doğa, kullanım değeri olan bir kaynak olarak ortaya çıkar.
Değişim değeri devreleri sona erdiği anda, Doğa üretim ve tüketim şemasına yeniden girer
. İhtiyaçlar, meta ve tüketim gibi kavramları mekânsallaştırır. Ve tüketimin
(kullanımın) da üretken olduğunu ortaya koyar. Makine, enerjileri ve mekânı kontrol altına alır. Şehir, devasa bir makine olarak [398]. Modern kapitalist üretim biçimlerinin
gelişmesiyle , özellikle küresel bir finans devresinin gelişmesiyle birlikte, artı değerin çıkarılması bölgesellikten çıkar. Şehir, yine de enerji akışlarını koordine etme eski rolünü sürdürmektedir . Ekonomi, pratik olarak, rasyonalitesi kurumlar tarafından izlenen ve bu kurumların operasyonel etkilerinin gerçekleştiği mekânsal çerçeve aracılığıyla programlanan bir akış ve ağlar bağlantısı olarak ortaya çıkar . [401]
5.21 Sabit sermaye veya yatırım, ölü emeği temsil eder. Kapitalizmde ölüler, yaşayanları tutar. Yeni bir toplum,
dünyanın tersine çevrilmesi dışında tanımlanamaz. Yaşayanlar ölüleri nasıl tutabilir
? Cevap: Bir ürün olan, ancak bir nesne olmayan ve kendisi de
para ve mal gibi soyut şeylerin üreticisi olan ancak soyutlamaların mekanı
ve kaynağı olan Soyut Mekân'da egemen olan yeni bir mekânın üretiminde. [402]
5.22 Özet: Toplumsal mekân, üretici güçler arasında yer alır; bazen
basitçe (turizm) bazen de üretken bir şekilde (makineler, şehirler) tüketilen ayrıcalıklı bir ürün olarak ortaya çıkar; üretken bir çerçeve olduğu kadar.
Toplumun ve üretim araçlarının yönetimi yoluyla kontrol edilmesine olanak tanıyan politik bir araç işlevi görür . Üretim ve mülkiyet ilişkilerinin yeniden üretilmesini destekler. Üstyapısal kurumlar ve ideolojiler topluluğunun
pratik eşdeğeridir . Sanat bayrağı altında ve her şeyden önce etrafına bir mekân yerleştiren ve onun içinden uzanan bedenin zorunluluklarında, eser (eser) ve yeniden sahiplenme gibi sanallıklar içerir. Dolayısıyla mekânın kendisi, mekânın bürokratik yönetimine direnir ve bir karşı-mekânın kaynaklarını önerir . [402-3]
5.23 Dolayısıyla uzay bir kaynaktır -- "doğa gerçek zenginliktir" (Marx).6. Uzayın Çelişkilerinden Farklılık Uzayına
6.1-
6.5 Soyut uzayın temel çelişkilerinin özeti:
1. Nicelik ve Nitelik: "Boş zaman" olarak yeniden ortaya çıkan niteliğin bastırılması: tüketim mekanından
boş zaman ve boş zaman mekanındaki mekanın tüketimine, ya da: günlük yaşamdan
festivalin gündelik olmayan yaşamına, işten işsizliğe" [409]
2. Küresel ve Yerel: Çokuluslu kapitalizm sistemi altındaki küresel mekânsal pratik ve gerçeklik
ile çoğu Avrupalı için yaşanmış gerçeklik olan parsel, konut alanı ve "ev"in korunan "miti" arasındaki karşıtlık
. Soyut mekân, bunların her ikisidir de, dolayısıyla sentez olanağı yoktur,
"çelişkili mekân"dır.
3. Kullanım değeri ve Değişim Değeri: Bir diğer formülasyon, üretim güçleri ve ilişkileri arasındaki klasik karşıtlığın,
en geniş anlamıyla potansiyel olarak yeni bir mekanın üretken güçleri olarak anlaşılması,
ancak kapitalizmin toplumsal ilişkileri tarafından kısıtlanması şeklinde olabilir.
6.6 Egemen mekân, siyasal stratejinin yapılarını ve çerçevelerini karada gerçekleştirir.
İktidarın eylemi aracılığıyla, günlük pratiklerin mekânı kendi içinde normlar ve kısıtlamalar taşır. Sadece iktidarın ifadesi olmanın ötesinde,
iktidar adına baskıcıdır. [413] Toplumsal mekân öylesine etkili bir normatif-baskıcı rol kazanır ki,
ideolojilerin ve temsillerin etkileri, ona kıyasla gölgede kalır. Mantık ve lojistik,
bu mekânsal düzen ve pratiğin gizli şiddetini gizler. Mekân pratiği yaşamı düzenler. Mekânın
kendi içinde bir gücü yoktur ve mekânın çelişkileri onun tarafından belirlenmez; aksine, toplumun çelişkileri (örneğin,
üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler) "gün ışığına çıkar" ve bu mekânda,
mekân düzeyinde gerçekleşir ve mekânda çelişkiler yaratır.
6.7-8 Ampirizm, çelişkiyi "tutarsızlıklar" başlığı altında gizler. Bu çelişkiler,
günlük yaşamın ampirik verilerinden başlayarak politik, estetik ve teorik alanlara kadar her düzeyde ayırt edilebilir.
Özellikle, keyif amacıyla üretken olmayan tüketim yerine üretken tüketimi (hem mekanın hem de nesnelerin) tercih eden bir süreç vardır
(örneğin, yolların uzatılması
parkların bakımı yerine korunur, çünkü yollar, mekanın maddi olarak üretken amaçlar için kullanımının bir yönünü temsil eder).
6.8 Diğer örnekler arasında , üretken hale getirilemediği sürece (turizm ve eğlence endüstrileri aracılığıyla) yok edilen tarihi alanların ve büyük mimari yapıların değersizleştirilmesi ve ardından yeniden değerlendirilmesi sayılabilir .
Mimarın üretiminin,
özünde görsel ve indirgeyici prosedürlerle ideolojik olarak önceden nasıl sınırlandırıldığını düşünün [416-419]; başka bir deyişle,
binalar üzerindeki yoksullaştırıcı etkiyi, "proje" veya taslak biçimindeki ilk kavramsallaştırmalarının, "arsa"yı verili, tarafsız bir parsel olarak sorgusuz sualsiz kabul etmelerinin ve kullanıcıların mekânsal gerçekliklerini barındırmayan
mimar ve plancı söylemlerinin göz önünde bulundurun . Mimar , planların ve perspektiflerin grafik aracılığına dayanan bir mekân temsiline sahiptir; bu, gerçek insanların yaşadığı mekândan tamamen farklı ve onu barındıramayan, tasarlanmış bir mekândır. Mekân, kesiklerden (découpages) (yani çok sayıda), uzmanlaşmalardan (işlevsel ayrımlar) oluşan bir pratikle oluşturulmuş bir alan haline gelir ve bu işlemler karşısında edilgen olarak görülür. "İşbölümü, ihtiyaçlar bölüşümü ... yerelleştirilmiş, işlevlerin, insanların ve nesnelerin ayrımına itilmiş, tarafsız, nesnel, rasyonel bir alan gibi görünen mekânsal alanda çerçevesini bulur: korkusuz, suçsuz." [418] Öte yandan yaşanmış mekân özneldir, bir hesaplama mekânı değildir. Kökenleri çocukluk deneyimlerine dayanan bir temsil mekânıdır. Bu somut mekânın, hem yaşamın efemine özelliklerini hem de yaşamın istikrarlı, "nesnel" özelliklerini (Heidegger'in " gezinme" ve "ikamet etme" kategorileri) barındıran, sabit, yarı sabit, hareketli ve boş mekân türlerinin ve mantıklarının çeşitlenmesine izin verecek olası bir önceliğini kavrayabiliriz [419]
6.9 Soyut mekânın paradoksu, bir yandan sürekli yeni çelişkilerin üretilmesi, diğer yandan da
bunların sürekli olarak düzleştirilmesi veya gizlenmesidir. Dolayısıyla, şehir planlaması evrensel olarak bir felaket olarak kabul edilmesine rağmen,
bundan en çok etkilenenleri etkili bir şekilde susturmayı başarmıştır. Jane Jacobs'ın Eleştirisi [420] ve
Savunuculuk Planlaması [421].
6.10 Küreselleşme (mekânı büyük ölçekte yönetme becerisi, dolayısıyla
homojenleştirme) ile parselasyon (özel mülkiyet) arasında temel bir çelişki vardır. Kapitalist üretimlerin çeşitli yönlerinin
(Fordizm) dağılması, mekânın tutarlılığını daha da zedeler. Çokuluslu şirketlerin ve
süper güçlerin stratejik tasarımlarının egemenliği altındadır. Mekânın mikro düzeyi, amacın her zaman ve hâlâ
çeşitli siyaset ve savaş biçimleri tarafından bir mekânın işgal edilmesi olduğu mücadele alanı olmaya devam etmektedir.
Bu karmaşık mekânın bir sınıflandırmasını oluşturan üç "çerçeve" veya "düzey" (ızgara): (1)
Mekânın karşıtlıklarını ve zıtlıklarını (analojik mekânlar) -- izotopyalar -- ve
çeşitli alt mekânların görece ayrıcalıklılığını -- heterotopyalar -- ayırt edecektir. Son olarak, sembolik ve hayali bölgeler -- ütopyalar
-- doğa, saf bilgi ve mutlak güç. Paradoksal olarak, sembolik olarak türetilen mekanlar (parklar, dini
yapılar) en iyi şekilde sahiplenilenlerdir. (2) Mekanların niteliklerinin sınıflandırılması (kamu ve özel); kullanıcılar tarafından yapılan aracılıklar (geçitler, rotalar). (3) Mekânsal kaos içindeki stratejik düzen -- arazideki mekânsal pazarların, pazarların mekânlarıyla
eklemlenmesi . Ancak bu ayrım modeli , ortaya çıkarmayı umduğumuz çelişkilerin çoğunu ortadan kaldırır...
6.11 Bunun yerine, Soyut Mekan'ın ikinci bir doğa olarak statüsüne odaklanan bir "toplumsal mekan bilimi", yani "mekan kullanım bilimi" düşünülebilir [425]. Binaların biçimi, yani mekan, bir
mekan algısına karşılık gelir. İşlevleri ise bir temsil mekanının yaşanmasına karşılık gelir. Yapı
, bir mekan temsilini ima ederek tasarlanır. Bir bütün olarak mekan pratiğinde, yani kullanımında yer alır.
6.12 Soyut mekân, diğer mekân türlerinin gelişimini ve ilerlemesini boğarak bir tahakküm aracı işlevi görür .
Soyut bir homojenlik dayatmak için tarihsel koşullarını, içsel farklılıklarını ve olası farklı mekânları katleder. [427] Bu,
kendi kendini yok etmenin gezegen çapında uygulandığı bir tür dışsallaştırılmış Freudcu ölüm arzusunu temsil eder. Ancak
bu dürtünün metafiziğini bir kez daha analiz etmektense, aracı -mekanı- ve tüm engellerin -"farklı" veya farklı olan her şeyin- yok edilmesi şeklindeki özgül, stratejik etkisini analiz etmek esastır
.
6.13-
6.15 Yabancılaşma teorisi yetersizdir. Farklılık teorileri, mantığın zayıflığını ve
(1) asgari fark (yani tekrarlanan unsurlar arasındaki fark)
ile azami fark (yani tamamen farklı olan, başka bir sınıfta vb.) ve (2) yaratılmış farklar
(yani bir üretim tarzı içinde) ile üretilmiş farklar (örneğin,
eski bir üretim tarzı içinde biriken yeni bir üretim tarzını duyuran farklar) arasındaki ayrımı ortaya koyan diyalektiğin önemini ortaya koyar.
Özgünlükler, yani birincil alanlar ve kaynaklar, bastırılmış farklılıklardır.
Homojenlik rejiminde farklılık, heterojenlik, ihlalleri telafi eden ve ortadan kaldıran merkezilik ve normallik karşısında direnişin merkezinde yer alır . Dışlananların zengin yaratıcılığının mevcut mekansal sisteme somut alternatifler haline getirilebileceği
"mekansal farklılık politikası"nın (mekansal homojenleştirme diktasının aksine) yeniden canlandırılması gerekmektedir. Latin Amerika favellaları [430-31], muhalefet ve "alternatifler"den (tetiklenen farklılık) çelişki ve "aşmaya" (üretilmiş farklılık) doğru bir hareketi örneklemektedir. Diyalektik hareket olmadan, herhangi bir mantık veya strateji ("optimal" olarak somutlaştırılan), değişime karşı bir tür turnike (örneğin ABD otoyol inşaatı [432]) ve kendi kendini güçlendiren bir kısır döngü üreten bir alan yaratır.
6.16 "Her mekan stratejisi, soyut mekanın birçok 'özelliğe' sahip olması veya bunları elinde tutması gibi, aynı şekilde birkaç hedefe yöneliktir
." Bu stratejik mekan, yıkıcı grupların
(işçilerin) aynı anda çevrelere doğru itilmesine; merkezin kararların, gücün ve bilginin mekanı olarak örgütlenmesine olanak tanır; ve
üretim ve mal, bilgi vb. akışlarının mekânsal planlaması... Bu toplumsal pratiğin mekânı,
bir düzenleme mekânı haline gelir: bir sınıfın hizmetinde sınıflandırma... "işlevsel"
sınıflandırma ve düzenleme kavramı, özelden kamusala tüm mekânı yönetir... Aslında bu kapasite,
kamusal mekânı egemen sınıf kesiminin "``özelleştirilmiş'' mekânı" üzerine hizalar... Tüm mekân
, özel aile modeliyle ele alınır ve üretim ilişkileri biyolojik üreme modeline göre yeniden üretilir." [432-3]. 6.17 Mimesis (taklit, ikame) , soyut arzuların "mekânsallaştırıldığı" ve soyut mekânsallığın görselin önceliğiyle somut, sağduyulu bir birlik kazandığı
bir mekânsal kültürün yeniden üretilmesinde ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynar . Mimesis, mekândaki şeylerin üretiminin, mekânın bireysel ve kolektif üretiminin yerine geçmesini yönetir ve böylece mekânın üretim kapasitesi kullanılır.
6.18 Devlet ve mekân. Feminizm ve "feminist mekânsallık" veya mekânsal pratik biçimi kavramı.
Homojen bir "kitle" olarak yaşamanın imkânsızlığını göstermede elitlerin rolü.
6.19-
6.21 Çevremizde, tüm belirsizlikleri ve başarısızlıklarıyla birlikte, "karşı-mekan"a (alternatif mekânsal sistemler, düzenlemeler, uygulamalar, normlar) yönelik her türlü eğilim mevcuttur . Bunlardan en çarpıcı olanı, doğanın ve mekânın nihai metalaşmasını temsil eden , ancak aynı zamanda tüm sistemi olumsuzlayan çalışmama, haz ve festival anını da temsil eden boş zaman mekânıdır (örneğin
Karayip Havzası veya Akdeniz) . Boş zaman mekânı, özellikle de plaj, hem beden-öznenin beden-nesne ile yeniden birleştiği bir bölge hem de emeğin ve üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin gerçekleştiği bir alan olarak nihai "Çelişkili Mekân"dır . [443] Bu haliyle, mevcut çelişkili, soyut mekân sistemindeki olası kopuş noktalarını gösterir .
6.22-
6.25 Mayıs '68 "Festival"i, yeni, baskın ve soyut mekânda gerçek bir kentsel canlılığın varlığını sürdürdüğünü göstermektedir . Bu , "mekandaki şeylerin"
üretim biçiminden, mekânın kendisinin yeni bir üretim biçimine geçişe eşlik eden kırılmaları işaret eder . [449-50] Bu yeni mekânsal pratik, toplumsal eylemin tüm düzeylerine ve mekânsal diyalektiğin üç boyutuna da yansır. Aynı zamanda , deneyimlerimizin temel parametresi olan zamansal-mekânsal dengeyi de değiştirir .
6.26 Mekân pratiği bir sistemle değil,
mekânın doğasında var olan farklı anların ve değerlerin "tiyatrolaştırılması", dramatizasyonuyla tanımlanır. Planlamada mekânın teknik kuramsallaştırılması,
tutarlılık ve yanıltıcı şeffaflığın, gerçekte var olan çatışmalar ve farklılıklar olan huzursuz pax étatique'in yerine geçtiği fetişleştirilmesiyle sonuçlanır
. [452].
6.27 İhtiyaçlar ve arzuların diyalektik ilişkisi, mekânı kayıtsız bir ortam olarak ele alan ekolojik söylemde de belirsizleştirilir
. [454]
6.28-
6.30 Mekân pratiği, bedenin
tekrarlayan jestler ve eylemler sürecinde bile eş zamanlı ve sürekli bir farklılık üretimiyle ortaya çıkar.
"Özel mülkiyet hakkı"nın salt biçimsel vurgusuna karşın, hukukun içeriğini dolduracak bir "farklılık hakkı" olmalıdır. [456-7] Bu pratik, filozofun "hakiki mekân" (soyut, irade gücüyle gerçekliğe dayatılan ve dayatılan)
kavramına yaptığı vurguyla çeliştiği söylenebilecek "mekânın hakikati"dir . Bu pratik, gerçek toplumsal mekânın doğasını, diyalektik olarak her zaman "kendi içinde toplanma" içinde olan ve aynı zamanda etrafında örgütlenen çevreden her zaman kendini farklılaştıran, merkezilik, topluluk, birlik ve karşılaşma alanı olarak belirler. (Heidegger) Merkeziyet, bütünlükten çok daha kullanışlı bir kavramdır; bütünlüğü yerinden eder, görelileştirir ve diyalektikleştirir. [459-60] 7. Girişler ve Sonuçlar
7.1 "Bir soru, önceki analiz ve yorumları kateder: Toplumsal ilişkilerin varoluş biçimi nedir?...
Bir ilişki [yani sosyal bilimler tarafından incelenenler] nedir ve iyi belirlenmiş bir durumda asla gerçekleşmediğinde nerede bulunur
?" Bu "ilişkilerin" bağlanabileceği bir biçim veya işlev yoktur. "`Yapı'nın
kendisi, bir bütün içindeki temel birlikleri düzenler; bir yandan topluluğu (bütünü) ve diğer yandan birlikleri gerektirir
. Böylece analitik düşünce, bir zamanlar yerini aldığını iddia ettiği [metafizik] varlıklara ve özselliklere geri döner
: `özne' ve `nesne', bilinçdışı, küresel pratik... Desteksiz ilişki yoktur
[Pas de rapport sans support]" [461] Toplumsal ilişkiler ancak Marx'ın somut soyutlamaları olarak anlaşılabilir
. "Somut soyutlamalar olan toplumsal ilişkiler, mekânın içinde ve mekân aracılığıyla var olmadıkça gerçek bir varlığa sahip değildir.
Destekleri mekânsaldır. "Destek-ilişki" bağlantısı, her bir verili durumda analiz gerektirir. Bir
çıkarım-açıklama taşır: bir oluşum, mekânı dönüştüren kurumların, ikamelerin, aktarımların, metaforlaştırmaların, anamorfizmlerin
vb. bir eleştirisi." [465]
7.2 Bu önermeler, başlı başına bir projeyi ima eder-açıklar: bir mekânsal analiz [spatio-analyse] veya mekânsal mantık. Bu
hem avantajlar hem de sorunlar sunar. İlk olarak, ilgi çekici olan mekânın kendisi, mekânın türleri ve prototipleri değil,
mekânın üretiminin ifşasıdır. Mekânın kullanımı ön plana çıkarılmalıdır. Bu,
mevcut mekân/mekânsallık düzenlemelerinin bir eleştirisini gerektirir. Bu, mekânın beden üzerinden (tüketimi değil) sahiplenilmesinin bir ritim analizi [rhythmanalyse] ile tamamlanacaktır . Mekânın tamamı , bu kökeni belirsizleştirecek kadar başkalaşmış
olsa bile, bedenden kaynaklanır .
7.3 Yukarıdaki teori ve araştırma, felsefenin metaforlarını ideolojik olarak kınayan bir meta-felsefe düzeyinde konumlandırılabilir
. Özellikle Batı felsefesi, bedene ihanet ederek,
beden-özneyi reddeden ve terk eden büyük metaforlaştırmaya aktif olarak katkıda bulunmuştur. "Canlı bedenin
aynı anda hem "özne" hem de "nesne" olması, kavramların ayrılmasını desteklemez... Logos-King ile,
hakiki mekânla, maddesel ve toplumsal, yaşanmış ve düşünce gibi, özne ve nesne gibi ayrılır.
Daima, ustaca bir topoloji aracılığıyla dışsal olanı içsel olana, toplumsal olanı
zihinsel olana indirgemeyi amaçlayan bir tür proje olmuştur. Boşuna! Soyut mekânsallık ve pratik mekânsallık,
görselin imparatorluğunda uzaktan birbirlerine bakarlar. Buna karşılık, Hegelci felsefenin vaat ettiği Devlet Aklı'nda... bilgi ve iktidar
sağlam, meşru bir ittifak kurar. Arzunun öznelciliği ve temsillerin nesnelciliği bu
ittifaka saygı duyar ve Logos'a yaklaşmaz..." [467-8]
7.4 Bir geçiş anında yaşıyoruz - "Şunun veya bunun sonu" -
(ekonomik) bilgi ile toplumsal gelişme, toplumsal ile politik, iktidar ile bilgi,
soyut ile farklılaşmış mekân arasındaki çelişkilerle karakterize ediliyor. "Bu kısaltılmış liste ne kapsamlı ne de bir hiyerarşi; sadece
bu çağın zehirlediği çiçek buketini burnumuzun dibine koymaya yetiyor." [469] Bunu tanımlamak için nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi belirlemek gerekiyor
- bir çalışmama anı,
teknik araçların birikiminin nihai anlamı. Aynı zamanda, felaketi göze alarak,
değerli ve başarı olan her şeyin son saatlerini acı acı tadarak ulaşılamayacak "uzak bir hedef ve anlamdır .
Hegel'den beri filozofların ön plana çıkardığı, Valéry'den beri çeşitli "modernler" tarafından moda haline getirilen sonluluğun acı analitiği, durmaksızın tekrar eder
: bu dünya bitti, zaman tükendi, sonluluk geldi.
Aynı diyalektik hareket, birincil ve ilksel doğadan ikinci doğaya, doğal
mekandan aynı zamanda üretilmiş ve bir sanat eseri olan mekana, sanat ve bilimin yeniden birleşmesine doğru ilerler. Bu ikinci doğa,
otomasyonun (zorunluluğun engin alanını, yani uzaydaki şeylerin üretimini işgal edecek kadar zorlanmış) sonucu olarak yavaş ve zor bir şekilde ölür . Bu , emeğin (sonsuzca bölünmüş), birikimin ve indirgemelerin işgal ettiği bitmez tükenmez dönemin
sonunda gerçekleşebilir . Riskler ve tehlikelerle dolu ve her an çökebilecek devasa bir süreç. veya olasılıkları aç." [470] Bu muazzam geçiş, bir dizi temel ayrımı içerdiği için çeşitli şekillerde belirtilebilir. Mekân, egemen-egemen ilişkisinin doğasında var olan normlarla, ağırlıklı olarak erkek egemen olarak biçimlenmiştir. Egemen mekâna karşıt olarak sahiplenilmiş bir mekânın icadı ve bir neşe ve tatmin mimarisinin geliştirilmesi, mekânın dişiselleştirilmesini ima eder. "Ayrıca, mekânda nesnelerin üretim biçimi ile mekânın kendisinin üretim biçimi arasında bir geçiş döneminde olduğumuz da söylenebilir . Nesnelerin üretimi, burjuvazi ve onun siyasi yaratımı olan devlet tarafından egemen kılınan kapitalizm tarafından vaat edilmişti. Mekânın üretimi, mekânda özel mülkiyetin ve aynı zamanda mekânın egemeni olan siyasi devletin ortadan kalkması gibi başka koşulları da içerir. Bu, egemenlikten sahiplenmeye geçişi ve kullanım değerinin değişime üstün gelmesini ima eder. Eğer bu gerçekleşmezse, en kötüsü gelecektir...Sadece bir üretim biçiminden çatışmalı bir geçiş kavramı
(şeylerin) bir başkasına (mekanın) bağlanması
, üretici güçlere temel bir önem atfeden, onu [marksizmi] üreticilikten ayıran,
(niceliksel) inanç dogmatizminden kurtaran Marksist teze tutunmamızı sağlar." [471]
7.5 "Mekân, bir hedefe yönelik mücadele ve eylemlerin temel alanı ve mekânı haline gelir.
Kaynakların mekânı, stratejilerin uygulandığı ortam olmaktan hiç vazgeçmedi, ancak tiyatrodan, kayıtsız sahneden veya eylem çerçevesinden daha fazlası haline gelir
. Mekân, sosyo-politik oyundaki diğer materyalleri ve kaynakları ortadan kaldırmaz
... onları sadece sarmakla kalmaz, yeniden bir araya getirir ve her birinin yerine geçer." [471-2] Hem
ortam, hem ortam hem de aracı -- araç -- hem de hedeftir. Farklılık analizi, daha karmaşık belirlenimlerin dayanakları olan
toplumsal mekânın kurucu ikiliklerini (örneğin simetri-asimetri) vurgulamıştır .
"Üretim ve yeniden üretimin bir desteği olarak soyut
mekan yanılsamaları, dolayısıyla da yanlış bilince, yani
kurgusal-gerçek bir mekanın bilincine doğru bir eğilim doğurur... Süreçlerin çeşitliliği,
soyut mekan için kesin bir statünün yokluğu izlenimi verebilir. Yanılsama. Teori, bu mekanın gerçeğini yeniden konumlandırır: çelişkili karakteri ve
homojenliğe doğru baskın eğilimi (egemen bir mekanın kurulması)." [472-3].
7.6 Her toplum, şiddet, siyasi hile ve emek yoluyla mekâna hükmetmiştir. Bugün bu, hem küresel ölçekte
hem de kapsanan mekânlar düzeyinde gerçekleşmektedir...
"Diller, Aklın metafiziksel olarak ayrıcalıklı kılma eğiliminde olduğu zihinsel bir mekân-zamanda konuşulur ve yazılır.
Toplumsal zamanı, mekânsal pratiği yetersiz bir şekilde dile getirirler." [476] Mekânsallığımızı açıklayacak kelimeler yetersizdir.
7.7 Alt ve üst, yani iç (l'en-deçà) ve dış (l'en-delà) arasındaki ayrım,
mekânsal alan için siyaset kadar önemlidir. İçeride olup bitenlerin eleştirisi,
"dışarıda" var olana olasılık olarak atıfta bulunmadıkça hiçbir anlam ifade etmez [477].
Mekânın siyasal statüsü nedir? "Devletin siyaset dışı bırakılmasını gerektiren şeyi siyasallaştırır. Siyasallaştırılmış mekân,
siyasal koşullarını yok eder, çünkü yönetimi ve sahiplenilmesi, siyasi partileriyle Devleti çürütür, inkâr eder.
Toprakların, mahallelerin vb. başka yönetim biçimleri (özyönetim) gerektirirler. Dolayısıyla mekân , siyasal olandaki ve Devletin kendisindeki içsel çatışmayı daha da şiddetlendirir. Siyasal olana, yani siyasal anın sonuna, kendi kendini yok etmesine doğru eğilim gösteren siyasal eleştiriye
daha güçlü bir şekilde anti-siyasal olanı soktu ." [478]
7.8 Mekânsallığın gelişimi, mekân üretimine yapılan yatırım,
yol boyunca yapılması gereken bir şey değil, bir ölüm kalım meselesidir. Sosyalizm göstermiştir ki, yeni bir mekân oluşturmadaki başarısızlık,
tarihsel mekânsallaştırmalara geri dönüşle sonuçlanır.
7.9 Mekânın çatışmaları ve çekişmeleri sınıf mücadelesinden türetilebilse de, mekânsal
mücadeleler sınıf mücadelesine indirgenemez:
egemen sınıfları içeren bir alan ile ezilenleri içeren bir alanı ayıran bir sınırlar savaşı değildir bu. Aksine,
mekân mücadelesinin sınırları, bilgi, ideoloji, siyaset vb. tüm alan ve sektörleri kapsar. Mekân, görünüşte birbiriyle ilgisiz ve örgütsüz isyan ve mücadeleler arasında birleştirici bir unsurdur
.
7.10 Dolayısıyla, mekânın üretimi, yeni bir üretim tarzına sahip yeni bir toplum projesinin bir parçasıdır.
Ancak, egemen mekânın soyutlanmasına başarıyla karşı koymak için bu projenin somut hale gelmesi gerekir.
Dolayısıyla "mekânsal devrim" ancak büyük köylü ve sanayi devrimleriyle analojiler kurularak kavranabilir
.
7.11 Bu öneriler, kısmen, bir mekan teorisinin şu anki haliyle devrimci hareketle ilişkisi sorusuna yanıt niteliğindedir . Asıl mesele, "mekan" terimini önemsiz, analizsiz bir şekilde ele almayı
veya toplumsal pratik mekanını coğrafyacıların veya ekonomistlerin mekanıyla karıştırmayı reddetmektir... Bu tür mekanlar,
ancak tahakkümün çıkarlarına ve ilerlemesine hizmet ederek, mekanın toplumsal çelişkileri çözen ve aracılık eden bir "düzenleyici" haline gelmesiyle sonuçlanabilir . Dolayısıyla, yukarıdaki teori , refahının özündeki çelişkileri ortaya çıkararak mevcut toplumsal düzenin
parçalanmasına katkıda bulunur . [482]
7.12 Kapitalist birikim sürecini gözden geçirmeye hizmet eden Sovyet mekansal yönetim modeli,
merkezi alanlara ve işletmelere ayrıcalık tanırken, diğerleri çevresel olarak kalır ve marjinalleşerek giderek
daha durgunlaşır. Çin yaklaşımı ise daha fazla umut vaat ediyor:
Yeni bir toplumun inşasında insanların yerel ve ulusal mekanlarıyla bağlantı kurmasını içeriyor. Bu, hem mekanda çeşitli
malların üretimini hem de giderek daha iyi sahiplenilen bir toplumsal mekanın bütününü üretmeyi içeriyor. [483]
Kalkınmanın yavaşlaması pahasına bile olsa, çevreye vurgu yapan bu strateji, kaçınılmaz olarak
iki terimin karşılıklı dönüşümü yoluyla kentsel-kırsal ayrımının aşılmasına yol açıyor.
Ancak bu, sanayileşmiş bir ülke için en uygun strateji olmayabilir. "
Toplumun dönüşümü,
"ilgililerin" çeşitli, hatta çelişkili çıkarlarıyla sürekli müdahalesi yoluyla mekanın kolektif mülkiyetini ve yönetimini gerektirir. Dolayısıyla, çatışma.
Sözde "çevresel" sorunlar aracılığıyla ortaya çıkan da budur..." [484] Zaten başlamış olan bu sürecin yönelimi, yapıtın (öznenin, yaratıcının, sanatçının vb. izini taşıyan nesne) ve ürünün (tekrarlanan, yeniden üretilen)
ayrım ve ayrışmalarının aşılmasına yöneliktir . Sınırda yapılması gereken, risk olan şey, insan türünün mekanını üretmektir... başkalaşmış bir günlük yaşam için toplumsal bir destek olarak, çoklu olasılıklara açık, gezegensel bir mekan yaratmaktır. Bu "bir yönelimdir. Ne daha fazlası ne de daha azı. Bir anlam veya duyu denebilir. [Ne] Bilinmesi gereken: algılayan bir organ [ses], kendini kavrayan bir yön, ufka doğru ilerleyen canlı bir hareket . Bir sisteme benzeyen hiçbir şey."
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder