10 Ağustos 2025 Pazar

Andrew Ballantyne - Mimarlar İçin Deleuze ve Guattari - Notlar

Andrew Ballantyne - Mimarlar İçin Deleuze ve Guattari - Notlar

Deleuze and Guattari for Architects, Routledge, New York, 2007


 

1 - Kim?

'İkimiz yazdık (Anti-Ödipus),' dediler, 'her birimiz birkaç kişi olduğumuzdan, zaten oldukça kalabalıktık'

 

Herkes gibi konuşmak, güneşin doğduğunu söylemek güzeldir, ama herkes bunun sadece bir konuşma biçimi olduğunu bilir.

 

Soy kütükleri, kalıtsal unvan ve rollere sahip aristokrat toplumlarda kimliği tanımlar

 

Kimlik sabit bir öz olarak değil, bağlamsal olarak oynanan rollerin toplamı, kimlik sabit değil, ilişkisel ve durumsal

Kimlik politiktir, çünkü başkalarıyla olan ilişkilerimiz aracılığıyla üretilir.

 

Mimarlık, sadece fiziksel yapı değil, mimari eser bir “kaçış çizgisi” üretmeli — yani bizi mevcut kodlardan, sabit kimliklerden, alışılmış algılardan uzaklaştırmalı.

 

“Kaçış çizgileri”

Bu çizgiler, sabit kimliklerden, kodlardan, tanrısal düzenlerden kaçışı temsil eder.

Spinoza’yı okuduktan sonra “aynı adam olmadım” diyor. Bu, felsefenin bir kaçış çizgisi olarak işlev gördüğü anı temsil ediyor: bir metin, bir bedeni dönüştürür.

 

Deleuze ve Guattari’nin düşüncesi, mimarlık için formun askıya alınması gerektiğini savunur. Form, ancak biçimsizlikten doğabilir.

 

Felsefi duyarlılığa sahip bir koyun doğarsa, sürü onu dışlar. Çünkü o, yerleşik bilgeliğe değil, kaçış çizgisine yönelmiştir.

 

Spinoza, “İnsanlar özgür olduklarına inanırlar, çünkü iradelerinin ve arzularının bilincindedirler; ancak onları arzulamaya ve istemeye yönelten nedenler hakkında en ufak bir fikre sahip değillerdir” demiştir.

 

Spinoza’nın despotik yönetim eleştirisi, dinin korkuyu maskeleyen bir araç olarak kullanılmasıyla başlar. İnsanlar özgürlük için değil, kölelik için savaşır hale gelir.

 

Deleuze, Nietzsche’yi Spinoza’nın önsözü olarak konumlandırır.

 

Deleuze ve Guattari Freud’a karşı çıkar: Anti-Oidipus, arzunun kolektif ve üretken doğasını savunur.

Arzu, bastırılmış bir dürtü değil, yaratıcı bir güçtür. Bu, kimliği sabit bir özden çok, sürekli yeniden kurulan bir süreç olarak görmenin temelidir.

 

- Deleuze dışsallığı ve iktidar eleştirisini temel alan bir “karşı-kanon” kurar.

 

2 - Makineler

Doğa ve endüstri arasındaki ayrım, kapitalist işbölümünün ve yanlış bilincin bir ürünüdür. Gerçekte, üretim süreci doğanın ta kendisidir.

 

Şizofreninin deneyimi, doğayı üretim süreci olarak yaşamak anlamına gelir. Bu, doğa-toplum-endüstri ayrımının çözülmesidir.

 

Deleuze ve Guattari’nin makine-beden yaklaşımı, kimliği bir üretim süreci olarak ele alır. Bu, mimarlıkta formun, toplumda kimliğin ve doğada işlevin yeniden düşünülmesini sağlar.

 

“Makineler mi bizim için çalışıyor, yoksa biz mi onlar için?”

 

Deleuze ve Guattari’nin rizom kavramı, Batı’nın ağaçsal düşünce biçimine karşı geliştirilmiş bir modeldir. Ağaç, kök-temel-merkez ekseninde işler; rizom ise yatay, çoklu, merkezsiz bir ağdır.

 

Deleuze ve Guattari’nin ağ fikri, internetin doğuşundan çok önce, bedenler arası bağlantılarla düşünülmüştür. Kimlik, bu bağlantılar aracılığıyla oluşur.

 

Ağ, sadece teknik bir sistem değil, etik ve politik bir düzlemdir. Düşünce, madde, çevre ve bilinç; hepsi birbirine bağlanarak ortaya çıkan özellikler üretir.

 

Schreber’in deliryumu, Hume’un benlik kaybı, Artaud’nun zihinsel çöküşü — hepsi organsız bedenin somutlaşmalarıdır.

Bu figürler, kimliğin sabit değil, geçici ve bağlamsal olduğunu gösterir. Organsız beden, kimliğin öncesi ve ötesidir.

 

Eileen Gray, "Bir ev, insanın kabuğudur, onun devamıdır, onun yayılmasıdır, onun ruhsal yayılımıdır" demişti.

Meskenlerimiz, sürdürdüğümüz hayatları yaşamamızı mümkün kılar. Farklı bir yerde, farklı düzenlemelerle, farklı bir hayat, farklı bağlantılar, farklı fırsatlar ve farklı engeller olurdu.

İçinde yaşadığımız ve ziyaret ettiğimiz evler, onlara dahil olmamızla canlandırılan duygu makineleridir.

 

3 - Ev

“Plato”, dışarıdan müdahale olmaksızın kuvvetlerin birbirleriyle etkileşime girdiği bir istikrar düzlemidir.

Göçebe düşünce, fiziksel seyahatten çok zihinsel yer değiştirmedir. Sağduyu rejimleri arasında geçiş yaparken, kişi bir plato üzerinde kalabilir.

 

Bir bina, bir makine gibi çalışır. Etkiler üretir, ama bu etkiler bina ile kişinin karşılaşmasında ortaya çıkar.

 

Mimarlık, sabit bir anlam taşımaz; hangi makineye monte edildiğine bağlı olarak farklı etkiler üretir. Aynı yapı, farklı bedenler ve bağlamlarla farklı dünyalar kurar.

Nakarat, bir çocuğun karanlıkta mırıldandığı şarkı gibi, kaosun ortasında bir düzen kurar. Bu, hem evin hem sanatın hem de kimliğin başlangıcıdır.

 

Leroi-Gourhan / Göçmen kuşlar göçebedir, ötücü kuşlar bölgecidir. İnsan, bu iki ritmin arasında bir varlıktır. Mimarlık, bu ritimlerin kristalleşmesidir.

 

Hofstadter’ın Gödel, Escher, Bach kitabı, düşünceyi bir füg gibi işler

Deleuze ve Guattari, bu müzikal düşünceyi doğanın içkin kodlaması olarak benimser.

 

“Mimarlık dondurulmuş müziktir” sözü, Schelling’e atfedilir. Rönesans oranları, yaratılış mitleri — hepsi bu müzikal yapının mimari tezahürleridir.

 

Mimarlık, bölge kurar. Her bina, bir ethosun mekânıdır: bar, yatak odası, dans salonu…

 

Ev, toprak, bölge

Binalar makinelerin bir parçası gibi davranır. Bina nesnesi, kullanımdayken etkinleştirilen ve üretken hale gelen bir makinenin parçasıdır

 

4 - Cephe ve Peyzaj

Büchner’in Lenz’i (Jakob Lenz (1751–92)), doğayla öyle bir bütünleşir ki, artık ne insan ne doğa kalır; sadece makineler vardır: göksel makineler, dağ makineleri, fotosentez makineleri.

Bu, Deleuze ve Guattari’nin “doğayı üretim süreci olarak yaşamak” fikrinin somutlaşmasıdır. Lenz, yeryüzünün şarkısını duyar ve ona bedenle yanıt verir.

 

Oberlin’in odasında Lenz, yalnızca anne-baba ilişkileriyle tanımlanır; bu, Ödipal bir kapanmadır. Oda, zihinsel baskının mekânıdır.

Dağlarda ise Lenz ailesiz, tanrısız, doğayla baş başadır. Bu geçiş, yersizyurtsuzlaşmanın mekânsal karşıtlığıdır: içeriden dışarıya, sınırlıdan sonsuza.

 

Deleuze ve Guattari’ye göre “yüz”, iki bileşenden oluşur: beyaz duvar (yansıtıcı ekran) ve kara delik (emme noktası).

Moby-Dick, Ahab’ın deliliğinin beyaz duvarıdır. Ahab, balinaya tüm acılarını yansıtır; balina da bunu geri yansıtarak bir saplantı makinesine dönüşür.

Ahab’ın saplantısı, yüzün kara deliğine dönüşür.

 

Bergman’ın dediği gibi, sinemanın özgünlüğü yüzün yakın çekimidir. Bu, yüzü bir manzara gibi işler: çizgiler, lekeler, ışıklar — hepsi bir anlatı üretir.

 

"Biz çölüz," demişti Deleuze.

 

5 - Şehir ve Çevre

Her özne, kendi ortamıyla birlikte bir “hayatta kalma birimi”dir.

Bir organizma, ortamı olmadan var olamaz. Ortam, öznenin şekillendiği ilişkisel ağdır.

Guattari’ye göre fikirlerin de bir ekolojisi vardır. Ortam, bazı fikirlerin gelişmesine izin verirken, bazılarını bastırır.

 

Devlet, sınırlarla tanımlanır; merkezi bir “üst katman”dan biçim dayatır. Bu, Aristoteles’in hilomorfik form anlayışıyla örtüşür: öz, daha yüksek bir güç tarafından biçimlendirilir.

 

Le Corbusier’in tanımı, mimarlığı yukarıdan gelen bir form olarak görür. Bu, devletin zihniyetidir: “doğru”, “görkemli”, “ustaca” — hepsi bir üst katmanın komutudur.

 

Bir bina için form bulmak, kişi için form bulmak gibidir. Kendimize sınırlar çizeriz, sonra onları aşarız. Binalar da böyle yaşar: çerçeveler, sonra çatlamalar.

 

…insan kaosa açılır, orada bulduğu şeylere karşı kendini alıcı hale getirir, alışkanlıkların ve sağduyunun yapılandırılmış dünyasının dışına çıkar ve ne olacağını görür.

 

Deleuze ve Guattari, yanlış anlamayı meşru kılar. Onları “doğru” anlamak değil, onlarla birlikte düşünmek önemlidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder