Andrew Ballantyne - Mimarlar İçin Deleuze ve Guattari - Notlar
Deleuze and Guattari for Architects, Routledge, New York,
2007
1 - Kim?
'İkimiz yazdık (Anti-Ödipus),' dediler, 'her birimiz birkaç
kişi olduğumuzdan, zaten oldukça kalabalıktık'
Herkes gibi konuşmak, güneşin doğduğunu söylemek güzeldir,
ama herkes bunun sadece bir konuşma biçimi olduğunu bilir.
Soy kütükleri, kalıtsal unvan ve rollere sahip aristokrat
toplumlarda kimliği tanımlar
Kimlik sabit bir öz olarak değil, bağlamsal olarak oynanan rollerin
toplamı, kimlik sabit değil, ilişkisel ve durumsal
Kimlik politiktir, çünkü başkalarıyla olan ilişkilerimiz
aracılığıyla üretilir.
Mimarlık, sadece fiziksel yapı değil, mimari eser bir “kaçış
çizgisi” üretmeli — yani bizi mevcut kodlardan, sabit kimliklerden, alışılmış
algılardan uzaklaştırmalı.
“Kaçış çizgileri”
Bu çizgiler, sabit kimliklerden, kodlardan, tanrısal
düzenlerden kaçışı temsil eder.
Spinoza’yı okuduktan sonra “aynı adam olmadım” diyor. Bu,
felsefenin bir kaçış çizgisi olarak işlev gördüğü anı temsil ediyor: bir metin,
bir bedeni dönüştürür.
Deleuze ve Guattari’nin düşüncesi, mimarlık için formun
askıya alınması gerektiğini savunur. Form, ancak biçimsizlikten doğabilir.
Felsefi duyarlılığa sahip bir koyun doğarsa, sürü onu
dışlar. Çünkü o, yerleşik bilgeliğe değil, kaçış çizgisine yönelmiştir.
Spinoza, “İnsanlar özgür olduklarına inanırlar, çünkü
iradelerinin ve arzularının bilincindedirler; ancak onları arzulamaya ve
istemeye yönelten nedenler hakkında en ufak bir fikre sahip değillerdir”
demiştir.
Spinoza’nın despotik yönetim eleştirisi, dinin korkuyu
maskeleyen bir araç olarak kullanılmasıyla başlar. İnsanlar özgürlük için
değil, kölelik için savaşır hale gelir.
Deleuze, Nietzsche’yi Spinoza’nın önsözü olarak
konumlandırır.
Deleuze ve Guattari Freud’a karşı çıkar: Anti-Oidipus,
arzunun kolektif ve üretken doğasını savunur.
Arzu, bastırılmış bir dürtü değil, yaratıcı bir güçtür. Bu,
kimliği sabit bir özden çok, sürekli yeniden kurulan bir süreç olarak görmenin
temelidir.
- Deleuze dışsallığı ve iktidar eleştirisini temel alan bir
“karşı-kanon” kurar.
2 - Makineler
Doğa ve endüstri arasındaki ayrım, kapitalist işbölümünün ve
yanlış bilincin bir ürünüdür. Gerçekte, üretim süreci doğanın ta kendisidir.
Şizofreninin deneyimi, doğayı üretim süreci olarak yaşamak
anlamına gelir. Bu, doğa-toplum-endüstri ayrımının çözülmesidir.
Deleuze ve Guattari’nin makine-beden yaklaşımı, kimliği bir
üretim süreci olarak ele alır. Bu, mimarlıkta formun, toplumda kimliğin ve
doğada işlevin yeniden düşünülmesini sağlar.
“Makineler mi bizim için çalışıyor, yoksa biz mi onlar
için?”
Deleuze ve Guattari’nin rizom kavramı, Batı’nın ağaçsal
düşünce biçimine karşı geliştirilmiş bir modeldir. Ağaç, kök-temel-merkez
ekseninde işler; rizom ise yatay, çoklu, merkezsiz bir ağdır.
Deleuze ve Guattari’nin ağ fikri, internetin doğuşundan çok
önce, bedenler arası bağlantılarla düşünülmüştür. Kimlik, bu bağlantılar
aracılığıyla oluşur.
Ağ, sadece teknik bir sistem değil, etik ve politik bir
düzlemdir. Düşünce, madde, çevre ve bilinç; hepsi birbirine bağlanarak ortaya
çıkan özellikler üretir.
Schreber’in deliryumu, Hume’un benlik kaybı, Artaud’nun
zihinsel çöküşü — hepsi organsız bedenin somutlaşmalarıdır.
Bu figürler, kimliğin sabit değil, geçici ve bağlamsal
olduğunu gösterir. Organsız beden, kimliğin öncesi ve ötesidir.
Eileen Gray, "Bir ev, insanın kabuğudur, onun devamıdır, onun
yayılmasıdır, onun ruhsal yayılımıdır" demişti.
Meskenlerimiz,
sürdürdüğümüz hayatları yaşamamızı mümkün kılar. Farklı bir yerde, farklı
düzenlemelerle, farklı bir hayat, farklı bağlantılar, farklı fırsatlar ve
farklı engeller olurdu.
İçinde yaşadığımız ve
ziyaret ettiğimiz evler, onlara dahil olmamızla canlandırılan duygu
makineleridir.
3 - Ev
“Plato”, dışarıdan müdahale olmaksızın kuvvetlerin
birbirleriyle etkileşime girdiği bir istikrar düzlemidir.
Göçebe düşünce, fiziksel seyahatten çok zihinsel yer
değiştirmedir. Sağduyu rejimleri arasında geçiş yaparken, kişi bir plato
üzerinde kalabilir.
Bir bina, bir makine gibi çalışır. Etkiler üretir, ama bu
etkiler bina ile kişinin karşılaşmasında ortaya çıkar.
Mimarlık, sabit bir anlam taşımaz; hangi makineye monte
edildiğine bağlı olarak farklı etkiler üretir. Aynı yapı, farklı bedenler ve
bağlamlarla farklı dünyalar kurar.
Nakarat, bir çocuğun karanlıkta mırıldandığı şarkı gibi,
kaosun ortasında bir düzen kurar. Bu, hem evin hem sanatın hem de kimliğin
başlangıcıdır.
Leroi-Gourhan / Göçmen kuşlar göçebedir, ötücü kuşlar
bölgecidir. İnsan, bu iki ritmin arasında bir varlıktır. Mimarlık, bu
ritimlerin kristalleşmesidir.
Hofstadter’ın Gödel, Escher, Bach kitabı, düşünceyi bir füg
gibi işler
Deleuze ve Guattari, bu müzikal düşünceyi doğanın içkin
kodlaması olarak benimser.
“Mimarlık dondurulmuş müziktir” sözü, Schelling’e atfedilir.
Rönesans oranları, yaratılış mitleri — hepsi bu müzikal yapının mimari
tezahürleridir.
Mimarlık, bölge kurar. Her bina, bir ethosun mekânıdır: bar,
yatak odası, dans salonu…
Ev, toprak, bölge
Binalar makinelerin bir parçası gibi davranır. Bina nesnesi,
kullanımdayken etkinleştirilen ve üretken hale gelen bir makinenin parçasıdır
4 - Cephe ve Peyzaj
Büchner’in Lenz’i (Jakob Lenz (1751–92)), doğayla öyle bir
bütünleşir ki, artık ne insan ne doğa kalır; sadece makineler vardır: göksel
makineler, dağ makineleri, fotosentez makineleri.
Bu, Deleuze ve Guattari’nin “doğayı üretim süreci olarak
yaşamak” fikrinin somutlaşmasıdır. Lenz, yeryüzünün şarkısını duyar ve ona
bedenle yanıt verir.
Oberlin’in odasında Lenz, yalnızca anne-baba ilişkileriyle
tanımlanır; bu, Ödipal bir kapanmadır. Oda, zihinsel baskının mekânıdır.
Dağlarda ise Lenz ailesiz, tanrısız, doğayla baş başadır. Bu
geçiş, yersizyurtsuzlaşmanın mekânsal karşıtlığıdır: içeriden dışarıya,
sınırlıdan sonsuza.
Deleuze ve Guattari’ye göre “yüz”, iki bileşenden oluşur:
beyaz duvar (yansıtıcı ekran) ve kara delik (emme noktası).
Moby-Dick, Ahab’ın deliliğinin beyaz duvarıdır. Ahab,
balinaya tüm acılarını yansıtır; balina da bunu geri yansıtarak bir saplantı
makinesine dönüşür.
Ahab’ın saplantısı, yüzün kara deliğine dönüşür.
Bergman’ın dediği gibi, sinemanın özgünlüğü yüzün yakın
çekimidir. Bu, yüzü bir manzara gibi işler: çizgiler, lekeler, ışıklar — hepsi
bir anlatı üretir.
"Biz çölüz," demişti Deleuze.
5 - Şehir ve Çevre
Her özne, kendi ortamıyla birlikte bir “hayatta kalma
birimi”dir.
Bir organizma, ortamı olmadan var olamaz. Ortam, öznenin
şekillendiği ilişkisel ağdır.
Guattari’ye göre fikirlerin de bir ekolojisi vardır. Ortam,
bazı fikirlerin gelişmesine izin verirken, bazılarını bastırır.
Devlet, sınırlarla tanımlanır; merkezi bir “üst katman”dan
biçim dayatır. Bu, Aristoteles’in hilomorfik form anlayışıyla örtüşür: öz, daha
yüksek bir güç tarafından biçimlendirilir.
Le Corbusier’in tanımı, mimarlığı yukarıdan gelen bir form
olarak görür. Bu, devletin zihniyetidir: “doğru”, “görkemli”, “ustaca” — hepsi
bir üst katmanın komutudur.
Bir bina için form bulmak, kişi için form bulmak gibidir.
Kendimize sınırlar çizeriz, sonra onları aşarız. Binalar da böyle yaşar:
çerçeveler, sonra çatlamalar.
…insan kaosa açılır, orada bulduğu şeylere karşı kendini
alıcı hale getirir, alışkanlıkların ve sağduyunun yapılandırılmış dünyasının
dışına çıkar ve ne olacağını görür.
…
Deleuze ve Guattari, yanlış anlamayı meşru kılar. Onları
“doğru” anlamak değil, onlarla birlikte düşünmek önemlidir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder