25 Mayıs 2015 Pazartesi

Andrey Platonov - Çevengur

Andrey Platonov - Çevengur


Eski taşra şehirleri viran ormanlıklarla bitişiktir.

Zahar Pavloviç yaz boyunca bildiği tüm eşyaların ahşaplarını yaptı.

…yağmur, toprakta uyumuş…

Zahar Pavloviç, yersiz yurtsuzluğa bakmadı, ölüler alımsızdır zira…

…balık düşünmez, o her şeyi bilir zaten…

Zahar Pavloviç düşüncelere dalmış, kendisini yollara vurma istemiş, ama yerinde kalmıştı. Acı ve öksüzlük çok dokunmuştu ona. Göğsünde beliriveren bilmediği bir vicdan yüzünden, hiç dinlenmeden dünyayı dolaşmak, bütün köylerde acıya rastlamak ve yabancıların tabutları başında ağlamak istemişti.
Onun yüreği de, inançları bittiği, hayatları ömür tüketmeye dönüştüğü için Kiev’e giden köylülerin yüreklerine benziyordu şimdi. (s. 14-15)

…bir kırlangıç (…) Zahar Pavloviç’i görünce bacanın içine girmiş, karanlıktaki çocuklarına kanat germişti.

…çocuk ne kadar çok olursa ihtiyarlar o kadar güven içinde ölürler.

Gençliğinde Zahar Pavloviç bir gün büyüyüp akıllanacağını düşünürdü. Lakin yaşam süreğen bir şevk gibi hiç hesapsız ve duraksamasız geçmişti. (s. 41)

“Şaşılacak şey, yakında öleceğim ama hâlâ aynıyım.”

Zahar Pavloviç, ruhundaki tedirginlik yüzünden gayretkeş ustalığını kaybediyordu. Sırf para kazanmak uğruna olunca çivinin kafasına doğru şekilde vurmak bile zorlaşmıştı.
Başmakinist: emek para ihtiyacına hizmet ettiğinde, işte o zaman dünyanın sonunun geleceğine inanıyordu.

Balıkçının oğlu (…) hayatta görüp duyduğu her şeyin sahiden de öyle olduğunu sanıyordu. (s. 48)

Zahar Pavloviç’in sözlerine bakılırsa akıl güvenilmez bir güçtü, makineler ise insanın yürek bilgisiyle icat edilmişti…

Bolşevik dediğin boş bir kalbe sahip olmalı ki, içine her şeyi sığdırabilsin. (s. 63)

Bir şey istersin… her insanın aşağısında koca bir emperyalizm vardır…

Çitin gerisinde tanıdık bir kız bakmaktaydı Aleksandr’a (Aleksandr Davnov = Saşa): Sonya Mandrova. Tabut yapıldığı halde Saşa’nın neden ölmediğini anlamamıştı.
“Ölmedin mi?” diye sordu.
“Hayır,” dedi ona Aleksandr. “Sen de mi hayattasın?”
“Ben de hayattayım. Birlikte yaşayacağız artık seninle. İyi misin şimdi?”

…bir canlının yüzünün bütünüyle gülmeyeceğini az çok biliyordu: Bir şeysi illaki hüzünlü kalırdı, ya gözleri, ya ağzı…


Nerede bir kitle varsa orada derhal bir önder peydahlanır. Kitle önder aracılığıyla beyhude ümitlerini sigortalar, önder ise kitleden gereksindiği şeyleri edinir. (s. 104)

(Kopyankin) atına saygı duyuyor, üçüncü dereceden paha biçiyordu ona: Rosa Lüxemburg, devrim ve at.

Bir kitabın sıkıcılığı okurun sıkıcılığından kaynaklanır.

Bilgisizliği kültürden çok seviyordu Dvanov: Cahillik halen her tür bilginin yetişebileceği boş tarla ise, kültür toprak tuzlarının bitkilerce emildiği ve artık hiçbir şeyin yetişmeyeceği ot bürümüş tarla idi.

“Bütün kaygıları bir kenara bırakıp biz de şöyle dünya çapında, harikulade bir şey yapsak ne iyi olur” dedi Dvanov üzgün üzgün.
“Hemen yapamazsın” dedi Kopyonkin… (s. 142)

“Ne bakıyorsun?” dedi Gopner. “Uçaklar da uçuyor, hâlbuki havadan ağır o lanet olasıcalar! Komünizm neden örgütlenemezmiş?”
“Habire devrimi kenarlarından lahana gibi kemiren o keçiyi nereye sokmuşlar peki?” diye sordu Dvanov’un babası (Zahar Pavloviç).
“Ona objektif koşullar denir,” diye açıkladı Aleksandr. “Babam günah keçisinden söz ediyor.” (s. 236)

Çepurnıy gelmiş ve sabırsızlığını ele veren bir sesle derhal ve ebediyen Çenegur’dan kaybolmalarını buyurmuştu, çünkü komünizmin bekleyecek vakti yoktu, yeni sınıf, konut ve ortak mülkiyet beklentisi içinde boş boş durmaktaydı. Kapitalizmin artıkları Çepurnıy’ın sözlerini dinlemişlerdi, ama sessizlik ve yağmur içinde oturmayı sürdürüyorlardı. (s. 253)

S. 352-369 / Simon Serbinov ile başlayan bölüm, Dostoyevski’nin üslubunu hatırlatıyor, bu satırlar çok güzel…

“Siz sıkılır mısınız peki hiç?” diye sordu Serbinov veda ettiğine yanarak.
“Elbette, olur bazen. Ama sıkıntımın nedenini bilirim ve eziyet çekmem.”

“Yarın buralardan gideceğimi söylemek istemiştim size…”
“Evet, ne olmuş?” dedi Sofya Aleksandrovna,

(Serbinov, Çevengur’a gidiyor)
“Orada pek sevgili bir yoldaşım var. Görecek olursanız selamımı söyleyiverin.”

“Kocam değildi (…) sevmiyordum da. Ama onsuz kalınca içim daraldı.”

“Gidemedim…”

“Zorlanıyorum şimdi; acı, bir madde gibi yaşıyor içimde.”

Serbinov, Çevengur’a doğru yürüdü.

Hangi yana baksa Çevengurluların gayretle çalıştıklarını görüyordu.

“Yürütme komiteniz nerede?”
“Vardı ama artık yok – yürüteceğini yürüttü.”

“Sofya Aleksandrovna’yı tanıyordunuz değil mi?”
“Çevengur’a gelene kadar aklımdaydı, burada unuttum onu.”
Çevengur’da insanlar birbirleri için fikir gibiler (…) siz de onun fikrisiniz işte; ruhunun huzurunu sizden alıyor hâlâ, sizinle içini ısıtıyor.”
“…sevindim hayatta olmasına, ben de onu düşüneceğim.”
“Düşünün. Size göre bunun anlamı büyük ne de olsa, düşünmek sahip olmak ya da sevmek demek…” (s. 392)

Kazaklar! / Çatışma ve ölümler

Şehirde yabancı bir odu var, insanlar da hep öldü…

(Kopyonkin) “Arkanı dön Saş, görüyorsun ya var olamıyorum…”
Dvanov döndü.
“Bakma bana bir daha, utanıyorum senin yanında ölmekten…”

Saşa, at sırtında devam etti yoluna.

Çocukluğunda bildiği eski yolu anımsadı.

Dvanov (…) indi suya.
Bir zamanlar ölümü ancak merak eden babasının gittiği yolu arayarak…
---
Çevengur
Türkçeleştiren: Günay Çetao Kızılırmak
Metis Yayınları

Mart 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder