26 Ekim 2019 Cumartesi

"Se" Hegel'in Saltığı ve Heidegger'in Ereignis'i


Giorgi Agamben - Se: Hegel'in Saltığı ve Heidegger'in Ereignis'i (s. 413-424)

Se (Swe)

Se: Yunanca -> he (hethos - ethos): gelenek, huy, mesken
Latince -> se: suesco: aşkın olmak, consuetudo: huy
Sanskritçe sua (suadha): karakter, huy
Uygunluğu ve otonom bir biçimde varolmayı imler

Gotikçe -> sidus
Almanca -> sitte: gelenek
solus: yalnız
secedo: ayrı anlamında kendi kendisine duran, ayrı olarak bir gruba ait olması anlamında semantik değeri vardır.

Se: yunanca idios: uygun'luğa
he + auton: kendisi (hauton)
İngilizce 'kendi', Almanca sich ve selbst İtalyanca si ve se'yle ilişkilendirilir.
Hem birleştiren hem de ayıran bir ilişkiyi içerdiği ölçüde -'se olarak her şeyi karakterize eden- uygunluk o halde yalın bir şey değildir.

Saltık ve saltıksal terimleri Yunanca kat heauto 'kendinden varolan' ifadesine karşılık gelir. Yunan düşünürler için bir şeyi kat heauto düşünmek, o şeyi saltık olarak düşünmek, yani ona uygun olana, kendi se'sine (he-auton) göre düşünmektir.

Heidegger'in Varlık ve Zaman'dan sonra kendi düşüncesinin en büyük sorunu olarak gördüğü Ereignis (olagelme) terimi semantik olarak, onun önerdiği Ereignis ile hem fiil (denk gelme) hemde sıfat olarak eigen (uygun, kendi) arasındaki ilişkide gösterdiği biçimiyle bu alana bağlanabilir. Denkliği ve uygun olmayı imlediği ölçüde Ereignis, 'se'nin taşıdığı anlama uzak değildir ve buna gönderme yapılarak, bağışlamanın (ab-solution) anlamı kavranabilir.

Heidegger Ereignis sorununu selbst (kendilik)'e 'aynı'lığa bağlar. (Etimolojik olarak değil ama) Semantik olarak eigen Selbst'e, idios ise he'ye bağlanır.

Ereignis: ougo (eski Almanca): göz
ereignen: ir-ougen: göz önünde olma

Eigen bunun yerine başka bir koldan, sahip olmayı gösteren 'aig'den gelir. (s. 413)

'İnsan için, ethos, yani 'kendi'de bulunan ona en uygun ve daimi olan, yırtan ve bölen şey yani kırılma ilkesi ve yeridir.'
Herakleitos

Böylece, insan kendisi olmak için, zorunlu olarak kendisini böler.

Estin he noesis noesis
(düşünce, düşünenin düşüncesidir)
Aristoteles (s. 414)
Düşüncenin kendisine uygun olmasında artık öznenin düşünmesi ile bunun nesnesi olan düşünce arasında bir ayrım yoktur.

Phyge monon pros monon
(Birin bire uçması) -Yeni Platoncular-

Biri (ya da kendisindeki kendiyi), uçuşun özne-nesnesini, Varlığın ve düşüncenin ötesi olarak (epekeina tes ousias, epekeina ti nou) düşünmüşlerdir. Kendinin kendisiyle olan ilişkisi, Varlığın ve düşüncenin ötesindedir: başka bir deyişle, se ethos, bulunulan yer, varlık ve düşüncenin dışındadır ve sadece kendisinde yalnız kalması koşuluyla şeytani kırılmaya kaçabilir.

Eğer se kendini düşünmeye çabalarsa o anda o onda kendisini düşünmenin otantik formunda dahi, bölünme ve çeşitlilikten etkilenir (Plotinos'un ifadesiyle 'lekelenir', poikilon).

Öz ve varlığın uyumu (varlık olma), suum esse'yi, yani varlığın kendi varlığını gösterir. Spinoza'nın 'nedeni kendinde olan', olarak, cousa sui ifadesi, bu önemli sorun üzerinedir.

(Hegel'in Kant'la ilgili söylediği gibi, 'ben' bir kavram değildir, yalnızca bilinç her kavramın ardından gelir).

Felsefe, yansımanın, 'ben'den üçüncü şahsa ve Saltığa (Es, Es, selbst) geçmesi, özneyi bir konuşma, yani, öznenin bir konuşma durumuna 'düşme'sinden bağımsız özneye uygun olan şey olarak 'ben'deki se'yi kavrama girişimine karşılık gelir. Ya da, daha iyisi, mevcut sözde söylenenin ve geçicileştirilenin (temporalize) ötesinde saf geçiciliği (temporality) ve saf varlığın hareketini, kavrama girişimine. (s. 415)

İnsan, yani 'ben', konuşan bir özne, yani kendisi olabildiği ölçüde kendisini ötekinde bularak kendisine dönmelidir.

Varlığın kendisini, kendi öteki oluşunda eşit olarak anlayan, bu kırılmayı kendi bütünlüğünde saltığın bir fenomeni (Erscheinung) olarak gören Hegel -ve bu ona uygundur- bu kırılmayı saltık olarak kabul eder. Bu saltık kavram -başta kendi hareketinde verilen bir şey değildir; o neyse (odur) o olur ve dolayısıyla sadece sonunda aslında ne ise o olur. Böylece Hegel, kendine doğru çekilmeyi saltığın hareketi olarak kavrar. (s. 416)

Saltık, yabancılaşma ve dönüş olarak, bir süreç ve bir oluş anlamına geldiği ölçüde zamansal olmayan, zamanın ötesinde ebedi bir şey olamaz, zorunlu olarak zamansal ve tarihseldir.
Tin kendisini saltık olarak yalnızca zamanın sonunda kavrar. Sonsuzluk, zamanın ötesinde olan bir şey değil, ama özünde, gerçekleşmiş zaman, tamamlanmış tarihtir.

Hegel geçmişi, tamamlanmış, kendisine dönmüş zaman olarak ele alır.

"Geçmiş, kendisi üzerine dönen zamandır."
Hegel

Gerçekleşen şey yalnızca geçmiştir ve insan tininin zamanı tükettiği noktada uygunluk olarak farkına varması gereken şey onun ola-gelişi, sanki şimdi onu uzamda bir araya getirilmiş gibi karşılayan tarihi yani 'bir resim galerisi'dir. Böylelikle son, başlangıca doğru sarmallanır. (s. 417)

Bu nedenle Marx'ınki gibi her meşru düşünme biçimi Hegel felsefesinde tarihin tam olarak son bulduğu anı, kendi uygun koşulu olan 'özgürlük krallığına' girmek için 'zorunluk krallığını' terk eden insanlığın durumu biçiminde ele alır. (s. 418)

Tinin Görüngübilimi üzerine 1930-31 yıllarında verdiği derslerinde Heidegger, Saltığın hareketinin altını çizerek, Saltık Bilginin ayrılan öğesini ayırt etmiş ve Saltığın özünü 'sonsuz bir ayrılma' olarak tanımlamıştır.

absolvens -> ayrılma
absolutum -> ayrılan

Metafiziksel putperestliğin kendisini Saltığa duyulan tutku maskesi altında gizlenmesinin nedeni budur. Bu putperestlik, saltık olarak relatif olanın yapısına değil, ayrılma olarak saltığın yapısına bağlıdır.

Hegel için de Saltık, geçmiş zaman içerisinde kök bularak, sonunda gerçekte ne ise o olmasına izin verecek bir bağışlanmaya ihtiyaç duyar.

Saltığın açığa çıkışını tamamladığı noktada, fenomen, artık bir fenomen değil ama bunun ötesinde gerçekleşmiş bir figür olduğu ölçüde, kendisini gösterir (o artık ...'nın figürü değildir).

Absconditum'un kendi se'sine döndüğü ve ayrıldığı noktada, kendi figürlerini tüketir, kendisini figürsüz olarak gösterir. Eğer sadece iki taraf (figürsüz olarak ve gerçekleşmiş figür) kendi karşılıklı uygunlukları içerisinde düşünülürse, orada kendinde se, yani Tanrı'nın ön imgelemi varolabilir. Bu yönlerin yalnızca biri içerisinde kaldığımız sürece, olabilecek şey metafizik geleneğin temeline ait ama yalnızca bir tekrarıdır. İlk durumda, nihilizmin mutlak görünümü olarak varolur, ikinci durumda ise figürsüz olan, mistik karanlığın gölgesinde gizli kalır.

Burada Tanrı ve Meleğin zorunlu olarak ayrımsız halde oldukları ve teoloji ile angelolojinin birbirlerinden daha fazla ayrılamayacağı bir bölgeye gireriz. Bu noktada şu sorular ortaya çıkar:
1) Fenomene (Meleğe, ayrılmaya) ne olur?
2) Saltığa (Tanrı'ya) ne olur?

"Saltıkla özdeş olmadığı gibi, sınırsızın sınırlının zıddı olması anlamında, onun antitezi de değildir. Buna karşıt olarak Ereignis ile birlikte Varlığın kendisinin deneyimine varılır; bu sadece varlık olarak değil, ama aynı zamanda buna ek olarak koşulsuz ve en üstün varlık olarak ikame edilir."
Heidegger

Varlığın (eignetEreignis'e olan uygunluğunu gösteren dersten hareket ederek, nihai ve en yüksek olan olarak Ereignis'i Hegel'in Saltığı ile kıyaslama eğilimi doğabilir. Ancak bu özdeşlik yanılsamasının arkasından şu sorulmalıdır: Hegel için insan, Mutlağa nasıl bağlanır? Ve: insanın Ereignis'le olan bağının biçimi nedir? Bunun ardından bağdaştırılamayacak bir fark görülecektir. Çünkü Hegel için insan, Mutlağın kendisine döndüğü yerdir, bu kendine dönme, insanın sonluluğunun aşılmasına (aufhebung) yol açar."
Heidegger (s. 419)

Heidegger için sonluluk, yalnızca insanın sonluluğu olarak değil aynı zamanda Ereignis'in kendisinin sonluluğu olarak görünüşe gelir. Saltıkta olduğu gibi Ereignis'te de sorun, belirli türden bir uygunluğa (eigen) erişmektir.

Özdeşlik ve Ayrımda Varlık ve insan kendi uygunluklarına götürülürken Zaman ve Varlık'ta Ereignis, karşılıklı uygunluk, Zaman ve Varlığın birbirlerine ait oluşu olarak tanımlanır.

Heidegger, Saltığın özünü 'son-suz ayrılma' (un-endliche Absolvenz) olarak tanımlar ve 'Zaman ve Varlık' dersinde insanın sonluluğunun kapsayarak aşılması (Aufhebung) anlamında Hegelciliğin bu yorumunu onaylar.

Sonluluk, son, sınır, uygunluk -evde bulunan uygunluktur. Sonluluğun yeri kavramı bu biçimde -yani Ereignis'in kendisiyle, uygunluk kavramıyla ilgisinde düşünülür.

Sonluluğu, son-suzluğa gönderme yapmadan, kendisinde kavrayan düşünce aslında sonu yani Varlık tarihinin sonunu düşünmektir.
Metafizik, Varlığın unutuluşu ve bu anlamda Varlığı sunanın geri çekilmesi ve saklı kalmasının tarihidir. Düşünmenin bu şekilde Ereignis'e nüfuz etmesi, bu geri çekilme tarihinin sonuyla eşdeğerdir. Varlığın unutuluşu, Erignis içerisinde uyanarak, kendisinin 'yerini alır.'

Düşünmenin Ereignis'e nüfuz etmesiyle birlikte, ona uygun olan saklı kalma biçimide gelmiş olur. Ereignis kendinde el koymadır (Ent-eignis). Bu sözcük Ereignis ile eşit bir biçimde saklı kalma anlamındaki antik Yunanca lethe'yi de kapsar.

Ereignis'e uygun olan hareket biçiminin geri çekilmesiyle bize dönüşü ilk olarak kendisini bize düşünülen şeyde göstereceği anlamına gelir. (s. 420)

Bu düşünülen şey olarak Varlık tarihinin bir sonda olduğu anlamına gelir.
Ereignis'in Varlık ve Zaman'dan ayrılma yeri olan Varlık tarihinin tamamlanmış olduğu anlamına gelebilir; Varlık, kendi figürlerini tüketerek ve yazgı ve figür (kendi unutuluşunun figürleri) olmaksızın kendisini saf yönlendiren olarak açığa çıkarak, hiçbir şeyi yönlendirmeyecektir.

"Es gibt Sein, en gibt Zeit"
O Varlığı verir, o Zamanı verir.

Eş yani 'O', kendisinde ve kendi uygunluğu içerisinde, varolan ya da isimlendirilebilecek hiçbir şey göstermez.

"Bir geçiş olarak insan (übergang) sonlu bir varlık olarak kendisini geride bırakmak için bir sıçrama gerçekleştirebilir mi ya da gerçekleştirmeli midir? Yoksa özü, kendisinde yalnızca sahip olunabilecek şeyin bir iyelik olduğu, kendi yalnızlığı (Verlassenheit) değil midir?"
Heidegger

İnsan türünün -doğasız ve kimliksiz yaşayan varlığın- en uygun se'si, ethos'u, daimon'un kendisi, birinin kendisine bir kader ve bir yazgı tayin etmesinin yönlendirilmemiş saf hareketi, gönderme olmayan mutlak bir kendine göndermedir.

Heidegger, dilde kendisini açığa çıkaran şeyin saklı kalma, yazgı olmadan saf yönlendirme olduğunu; dile gelenin ne yalnızca bir konuşma, ne de saf konuşulmamış bir isim değil, ama bunun ötesinde, dil ve konuşma arasındaki kesin ayrım, söylemenin konuşmaya geldiği saf hareket olduğunu söyler. (s. 421)

Hegel için düşünmenin nesnesi, saltık kavram olarak düşüncedir. Bizim için ilk biçimiyle düşünmenin nesnesi (olarak) ayrım olarak ayrımdır.
Heidegger

Heidegger bunun yerine, ayrımı söyleme (sage) ve kendinde konuşmanın (sprache) arasında düşünme niyetindedir; böylelikle kendisi yazgısız bir biçimde kalırken kendisini konuşmaya yönelten Es'i ('O') tecrübe eden ve her konuşma durumunda, her göndermeye bunu göndererek kendisi gönderilemez olarak kalan bir deneyimin izini sürer.

Hegel için söylenemez olanın, sahip olma ile her sözde (tamamen) zaten dile geldiğini söyleyebiliriz.

Heidegger için söylenemez olan tam olarak insanın konuşmasında söylenmiş olarak kalan, ama insanın konuşmasında deneyimlenebilecek olandır. İnsan dili, bütününde zorunlu olarak tarihsel ve yönlendirilmiştir. İnsanlık yalnızca konuşmayarak (Ent-sprachen) ve sessizliği tehlikeye atarak ayrıma uyabilir (im Nichsagennene, erschweigen).

Ereignis'te, Zaman ve Varlık birbirlerine aittir, birbirlerine uygun düşerler.

Hegel ve Heidegger'le birlikte, felsefe geleneği gerçek anlamda sonuna ulaşmıştır. En açık biçimiyle ifade edildiği şekliyle burada söz konusu olan şey tam olarak 'figürlerin kapanışı' ve geleneğin yıkımı'dır.

Felsefe, yani düşünmeyi kendi arkhe'si olarak ikame eden düşünce geleneği şimdi ethos'una yerleşmek için, yalnızca se'sini düşünerek kendi arkhe'sinin ötesine geri döner.

Se aktarılmaz olarak geleneğe terk edilir (verlassen) ve sadece bu negatif biçim içerisinde kendi temeli oluşur. Bu insanlığın, kendi uygun ne negatif temeli olarak naklettiği kökenlerin gizemidir. (s. 422)

Aktarım (kendisine değilse) hiçbir şeyi aktarmaz, fark özdeşliğe önseldir, temel ise bir uçurumdur. Saltık ve Ereignis düşüncesinin en önemli sonucu olarak geleneğin sonu, böylelikle bir son-suzluk halini alır; yazgının ve temelin yokluğu bu şekilde son-suz bir yazgı ve temele dönüşür.

İnsan (man) insan (human) olarak temellendirilmesi -yani, felsefeye 'se' düşüncesine ulaşılmış olur. İnsanın, temellendirilmemişliği, şimdi kendisine uygundur, yani tüm olumsuzluktan tüm olagelmeden, tüm doğa ve yazgıdan kurtulmuştur. Ve metafiziğin aşılması olarak ortaya çıkan şey metafiziğin içerisine geri düşme ve onun sonsuz tekrarı ise Hegel'le ve Hegel'in ötesinde, Heidegger'le ve Heidegger'in ötesinde bu uygunluk, bu bağışlanma, se'deki bu etik bulunma üzerinde dikkatle düşünülmelidir.

Gerçekleşmiş insanlığın -yani insanın insanlığının bu yalın figüründe konuşma için geriye söylenecek şey, söylenecek hiçbir şeyin kalmadığı; praxis için geriye yapılacak olan şey ise, yapılacak hiçbir şeyin olmadığıdır.
(söylenemez bir aktarmayı tüketerek) (s. 423)
Bulmak için
söylenmemiş sözlerin kapılarını
başkasının ötekisi bilge (dir)
bir zamanlar ise şimdi (dir)

Latince'de sacer 'rezil, yüz kızartıcı' ve aynı zamanda 'yüce tanrılara ayrılmış' olan anlamına gelir; 'kutsal' hem yasanın hem onu ihlal edenin sıfatıdır.

Toplumda yasayı ihlal eden kim olursa olsun; bu kişi böylece kendisine terkedilmiş ve bırakılmıştır; bu yüzden infazının gerçekleştirilmesi artık bir suç değildir.

Kutsal insan bir suçtan yargılanan insandır.
Bu insanın kurban edilmesine izin verilmemesine rağmen onu öldüren kişi cinayetle suçlanamaz.

Se, insanın uygunluğu, söylenemez bir şey, insanın konuşması ve praksisinde söylenemez olarak kalması gereken sacer (kutsal) bir şey değildir. Ne de çağdaş nihilizm pathosunun öne sürdüğü gibi, hiçliği sosyal etkinlikteki şiddetin ve keyfiliğin temelini oluşturan bir hiçlikten ibarettir. Bunların ötesinde se-ethos sonunda kendisine açık hale gelen sosyal praksisin ta kendisidir. (s. 424)

Çeviren: Onur Kartal
Monokl
Hegel Özel Sayısı
(s. 413-424)
---


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder