14 Ekim 2019 Pazartesi

Ursula K. Le Guin - Mülksüzler


Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. 
Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. 
Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. 
Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. 
Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. 
Özgürsünüz.

 

Ursula K. Le Guin - Mülksüzler

1. Bölüm / Anarres - Urras
Bir duvar vardı.
Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.

Duvar yalnızca iniş alanını değil, uzaydan gelen gemileri, o gemilerle gelen insanları, geldikleri dünyaları ve evrenin geri kalan kısmını hapsediyordu. Evreni çevreliyor, Anarres’i dışarda, özgür bırakıyordu.

Öteki tarafından bakıldığında duvar Anarres’i çevreliyordu: bütün gezegen içerideydi, diğer dünyalardan ve insanlardan yalıtılmış, karantinaya alınmış, dev bir esir kampıydı.

Çoğu kez yakındaki Abbenay kentinden insanlar, bir uzay gemisi görmek umuduyla, ya da yalnızca duvarı görmek için gelirlerdi.
Dikkatli’nin kaptanı “O kalabalık gemime mi saldıracak?” diye sordu.
“Hayır,” dedi yavaş ve sınırlı İocası’yla. “Protesto ediyorlar. Şeyi protesto ediyorlar… Nasıl derler… Yolcuyu.”

Onu öldürmek isteyenler takibe -çok geçti- sonra da taş atmaya -pek de geç değildi- giriştiler. Hedefledikleri adamı tam gemiye binerken ıskaladılar, ama koca bir taş savunma görevlilerinden birinin tam kafasına geldi ve adamı anında öldürdü.
Geminin kapakları kapandı. Savunma ekibindekiler geri dönüp ölü arkadaşlarını taşıdılar; gemiye doğru koşarak gelen kalabalığın önderlerini durdurmak için herhangi bir şey yapmıyorlardı…

Dünya altından kaymış ve yalnız bırakılmıştı.
Ölmek, kendini yitirmek ve diğerlerine katılmaktır. O ise kendini kurtarmış, diğerlerini yitirmişti.

“Lütfen benimle gelin, Doktor Shevek!”
“Peki,” dedi ve ayağa kalktı.
Oda, Shevek’i itiyordu, unutmak istediği bir yeri anımsatıyordu ona.

Dr. Shevek. Size eşlik etme onuru bana verildi, çünkü dünya dışından başka ziyaretçilerle, Arz ve Hain’den gelen elçilerle deneyimim oldu…

“Bakın,” dedi, “nesnelere bizim gibi bakmadığınızı biliyorum. Sizin dünyanızda, Vaas’ta, bir şeyi mutlaka satın almak gerekiyor. Sizin dünyanıza geliyorum, hiç param yok, satın alamam…

“Aman efendim, hiç de öyle değil, hayır, hayır. Siz çok saygın bir konuksunuz. Lütfen bizi bu geminin mürettebatıyla ölçmeyin, onlar çok cahil, kısıtlı insanlar -Urras’ta nasıl bir karşılama olacağını tahmin bile edemezsiniz. Ne de olsa siz dünyaca ünlü- tüm galakside ünlü bir bilim adamısınız! Bize Anarres’ten gelen ilk ziyaretçisiniz!

Dikkatli’de hiç kitap yoktu, subaylar Shevek’ten kaçıyor, mürettebat ise kesinlikle ondan uzakta tutuluyordu.

Gemide neden hiç kadın olmadığını sormuş, Kimoe de bir uzay gemisini işletmenin kadın işi olmadığını söylemişti.

…üstünlük ve aşağılık sorunu Urras’ın toplumsal yaşamında önemli bir yer tutuyor olmalıydı. Eğer Kimoe kendine saygı duymak için insan ırkının yarısının kendinden aşağı olduğunu düşünmek zorundaysa, kadınlar kendilerine nasıl saygı duyuyorlardı -onlar da erkekleri mi aşağı görüyordu?

Subay odasındaki eşyaların tasarımı, inatçı tahta ve çeliğin zorla sokulduğu yumuşak plastik eğriler: bunlar da, hafifçe de olsa, her yeri kaplayacak kadar erotik değil miydi?

Adımın başlangıcıyla bitişi arasındaki o boşlukta ölümü düşündü, adımın sonunda yeni bir dünyada duruyordu.

Kentin kuleleri siste yükseliyordu, bulanık ışıklı büyük merdivenler gibi.
Taş, çelik, cam, elektrik ışığı. Hiç yüz yoktu.
“Burası Nio Esseia,

Tanışmalar birkaç saat sürdü. Daha sonra tanıştığı kişileri açık seçik olarak hiç anımsayamadı.
Hepsi ondan kısa ve tüysüzdü. Orada olan birkaç kadının saçı dahi yoktu; sonunda onların bütün kıllarını, ırkının o güzel, yumuşak, kısa kıllarını ve saçlarını tıraş ettiklerine karar verdi. Ama onun yerine kesim ve renkleri muhteşem, nefis giysiler koymuşlardı

Üniversite rektörü onunla candan bir biçimde konuştu…
“Pekala,” dedi. “Buradayım işte.” Gülümsedi. “Anarşistiniz burada.
Şimdi ne yapacaksınız onu?”

İkinci Bölüm / Anarres
Odada on bir bebek var…

“Bebekliğimden beri sürekli Urras’ı dinledim.
O berbat Urras kentlerinin ve yağlı Urras’lı bedenlerinin resimlerini bir daha görmezsem doğrusu hiç üzülmem!”
“İşte sorun da burada,” dedi Tirin…
“Urras’la ilgili öğrencilere açık bilgilerin hepsi aynı. İğrenç, ahlak dışı, dışkısal. Ama düşünün şimdi. Eğer Göçmenler ayrıldığında durum o kadar kötüyse yüz elli yıl nasıl dayanabildiler? Eğer o kadar hasta idiyseler, neden ölmediler? Mülkiyetçi toplumları neden çökmedi? Neden bu kadar korkuyoruz?”

Sahip olmak yanlıştır, paylaşmak doğrudur. Tüm benliğinden, bütün o geceler ve günler boyunca tüm yaşamından daha fazla neyi paylaşabilirsin?

…birçok kadının bir erkekle tek ilişkisi sahip olma ilişkisidir. Ya sahip olma, ya da sahip olunma.
Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir.

“İnsan ırkının yarısı hakkında pek hoş şeyler söylemiyorsun,” dedi Shevek

Üçüncü Bölüm / Urras
Shevek, Urras’taki ilk sabahı boyunca uyudu.
…yemeğini bitirir bitirmez Urras’ı oda oda keşfe çıktı.
…odanın pencerelerine gidip dışarıya baktı.
…gördüğü en güzel manzaraydı.

“Atro! Seni gördüğüme ne kadar sevindim!”
Atro: “A-İo’ya hoş geldin - Urras’a hoş geldin - evine hoş geldin!”

“Kadınlar nerede?”

“Matematiği beceremiyorlar, kafaları soyut düşünceye çalışmıyor, uyamıyorlar. Nasıl olduğunu biliyorsunuz, kadınların düşünmek dedikleri şey rahimle yapılır!

Shevek bu adamlardaki kişisel olmayan ve çok derine inen bir düşmanlığa dokunduğunu gördü. Görünüşe göre onlar da gemideki masalar gibi bir kadın, bastırılmış, susturulmuş, hayvanlaştırılmış bir kadın, kafeste bir öfke içeriyorlardı.
Sahip olma dışında bir ilişki bilmiyorlardı.

“Anarres’teki herkes devrimcidir.
Yönetim ve yürütme ağının adı ÜDE’dir, Üretim ve Dağıtım Eşgüdümü.
Kişileri yönetmezler, üretimi yönetirler.

Atro ona bir yığın gazete getirdi.
“Eğlendirici, ama orada okuduğunuz hiçbir şeye inanmayın.”

AYDAN GELEN İLK ADAMı yazıyordu.

Cennet onu Cennet yapanlar içindir. Oraya ait değildi. Bir öncüydü, geçmişini, tarihini yadsıyan bir kuşaktandı. Anarres Göçmenleri, Eski Dünya ve onun geçmişine sırtlarını dönmüş, yalnızca gelecek için çalışmaya karar vermişlerdi. Ama nasıl ki gelecek kesin olarak geçmişe dönüşüyorsa, geçmiş de geleceğe dönüşür. Yadsımak başaramamaktır. Urras’ı terk eden Odocular yanılmışlardı, tarihlerini yadsıyacak umutsuz cesareti göstermekle, dönüş olasılığından vazgeçmekle hata etmişlerdi. Geri dönmeyen, ya da haberini iletecek gemileri göndertmeyen kaşif, kaşif değildir, olsa olsa bir maceracıdır; oğulları da sürgünde doğar.

Burada yalnızdı, çünkü kendini sürgün etmiş bir toplumdan geliyordu. Kendi dünyasında hep yalnız olmuştu, çünkü kendini toplumundan sürmüştü.

Dördüncü Bölüm / Anarres
Urras’tan gelen yük gemileri yılda sekiz kez uğrar, yalnızca yük alıp boşaltmaya yetecek kadar kalırlardı.

“Neden savaş meraklısı mülkiyetçilerle böyle çıkarcı iş ilişkilerine girmeye devam ediyoruz?” Daha sakin olanların verdiği yanıt hep aynıydı: “Maden cevherini kendileri çıkarmak Urras’lılara daha pahalıya mal olurdu; bu yüzden bizi işgal etmiyorlar.

Ay ve madenleri Dünya Hükümetleri Konseyi’nin yetki alanındaydı…

…organik ekonomi ilkesi toplumun işleyişi için o kadar temel bir şeydi ki, ahlakı ve estetiği etkilememesi düşünülemezdi. “Aşırılık dışkıdır,” diye yazıyordu Odo Analoji’de. “Bedende kalan dışkı da zehirdir.”

Shevek bir süre daha Odo’ya bakmaya devam etti, sonra onun yanına, sıraya oturdu.
Genç adam alacakaranlıkta heykelin yanında oturuyordu, ikisi de sessizdi.

Beşinci Bölüm / Urras
Shevek, turist olarak dolaştığı günler bitince rahatladı.

…nerede mülkiyet varsa orada hırsızlık olduğunu söyleyen Odo değil miydi?”
“‘Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.’ Toplumsal Organizma.”

Hiç kimse çalınacak herhangi bir şeye sahip değil. Eğer bir şeyi istersen gidip depodan alabilirsin. Şiddete gelince, doğrusu bilemiyorum Oiie; durup dururken beni öldürür müydün? Eğer öldürmek isteseydin, buna karşı çıkarılan bir yasa seni engeller miydi? Zorlama, düzeni sağlamanın en etkisiz yoludur.”
“Peki o zaman, insanlara pis işleri nasıl yaptırabiliyorsunuz?”
Hepimiz yaparız bu işleri.

Altıncı Bölüm / Anarres

Yıl boyunca zamanının büyük bir kısmını Atro’ya ve Urras’taki diğer matematikçi ve fizikçilere mektup yazarak geçirdi.

Üç yıldır buradaydı ve ne yapmıştı? Sabul’un kendine mal ettiği bir kitap; beş-altı yayımlanmamış makale; boşa gitmiş bir yaşam için bir cenaze söylevi.

Düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir.

İktidar
Nereden alıyor bu iktidarı? Kazanılmış bir otoriteden değil, çünkü böyle bir şey yok. Entelektüel yetkinlikten değil, çünkü yetkin de sayılmaz. Ortalama insan aklının doğuştan korkaklığından alıyor gücü. Kamuoyu!

Anarres’in karalarında ne kadar az hayvan varsa, üç okyanusunda da o kadar fazla yaşam vardı.
Karada bitkiler dağınık ve dikenli şekilleriyle yaşamlarını sürdürebiliyorlardı, ama hava solumaya çalışan hayvanlar, gezegenin iklimi bin yıllık bir toz ve kuraklık devresine girdiğinde bu gayretlerine hemen son vermişlerdi. Kala kala çoğu karada yaşayan bakterilerle birkaç yüz kurtçuk ve eklembacaklı cinsi sağ kalmıştı.

Karada yalnızca üç cins var, hepsi de omurgasız- İnsan’ı saymazsan. Biyolojik açıdan bakıldığında garip bir durum.

Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.

Ben öleceğim, sen öleceksin; başka türlü birbirimizi nasıl sevebilirdik ki? Güneş de bir gün sönecek, başka türlü nasıl parlamaya devam edebilir?

Yedinci Bölüm / Urras
Shevek karabasan caddesindeki dükkandan kış için ısmarladığı muflonlu yeni giysinin cebinde bir mektup buldu.
“Eğer bir Anarşist’sen neden Dünya’na ve Odocu Umut’a ihanet edip güç sistemiyle işbirliği yapıyorsun, yoksa bize o Umut’u getirmek için mi buradasın? Haksızlık ve baskıdan bunaldık ve karanlık gecede özgürlük ışığını görmek için yüzümüzü Kardeş Dünya’ya çevirdik. Bize, kardeşlerine katıl!” Ne imza, ne de adres vardı.
…sizin hiç ahlakınız olmadığı doğru mu?” dedi Vea
Ben ahlakın da din gibi bir batıl inanç olduğuna inanıyorum. Çöpe atılması gerekli.

Siz Urras’lıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince yağmur, çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Anarres’te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler.

Sekizinci Bölüm / Anarres
Abbenay’ın Kuzey Parkı’ndaki atletizm alanındaydılar…
Urras takvimine göre 740 yılında, yaklaşık iki yüz yıl önce gerçekleşen ilk büyük ayaklanmanın anıldığı İsyan Günüydü.

Shevek o bahar boyunca çok az kişiyle konuştu.

Eşlik de herhangi bir federasyon gibi, gönüllüydü. Yürüdüğü sürece yürürdü, yürümezse ortadan kalkardı. Bir kurum değil, bir işlevdi. Kişisel vicdan dışında bir yaptırımı yoktu.

…sözü anlamlı kılan özgürlüktü. Verilen bir söz, seçilen bir yöndü, kendi kendine seçenekleri kısıtlama anlamına geliyordu. Odo’nun gösterdiği gibi, eğer hiçbir yön seçilmezse, eğer insan hiçbir yere gitmezse, hiçbir değişme olmaz. İnsanın seçme ve değişme özgürlüğü kullanılmamış olur, tıpkı insan hapishanede, kendi yaptığı bir hapishanede, içinde hiçbir yolun diğerinden daha iyi olmadığı bir labirentteymiş gibi. Bu yüzden Odo söz vermeyi, yemin etmeyi, sadakat fikrini, özgürlüğün karmaşıklığı için temel olarak görmeye başlamıştı.

Odo şöyle yazmıştı: “Sahip olmanın suçundan ve ekonomik rekabetin yükünden arınmış bir çocuk, yapılması gerekeni yapma iradesi ve bunu yaparken coşku duyma yeteneğiyle büyüyecektir. Kalbi karartan, gereksiz çalışmadır. Emziren annenin, eğiticinin, başarılı avcının, iyi aşçının, becerikli ustanın, gereken işi yapan ve iyi yapan herkesin sevinci - bu kalıcı coşku belki de insan yakınlığının ve bir bütün olarak toplumsallığın en derin kaynağıdır.”

Shevek’in ilk açlık tecrübesiydi bu.
Yeterince, hatta kıtı kıtına yetecek kadar yiyecek olduğu zaman paylaşmak kolaydı. Ya olmadığı zaman? O zaman güç devreye giriyordu; güçlü olan haklı oluyordu; güç, onun aygıtı şiddet ve en büyük müttefiki, görmezden gelen göz.

Eğer başka insanlar için anlamı yoksa, ne işe yarar?

…“çalışma” ve “oyun” sözcüklerinin aynı olmasının kuşkusuz güçlü bir ahlaki önemi vardı.

Dokuzuncu Bölüm / Urras
Shevek, sabah ayini için Temel Armoni’yi çalan ibadet evi çanlarıyla uyandı.

Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz.

Onuncu Bölüm / Anarres
“Demek eşlisin,” dedi. Bunu söyleyiş şeklinde sürücünün hoşuna giden bir sadelik vardı, o da yanıt verdi. “On sekiz yıldır.”
“Yeni başlamış.”
“Hah işte be, ben de aynı fikirdeyim!...”
Biz işbirliği yapmıyoruz - biz emre uyuyoruz. Dışlanmaktan, tembel, işlevsiz, bencil diye adlandırılmaktan korkuyoruz. Komşumuzun düşüncesinden, kendi seçim özgürlüğümüze saygı gösterdiğimizden daha fazla korkuyoruz.

Sana neyin yanlış olduğunu söyleyeyim. Gebeydim. Gebe kadınların ahlakı yoktur. Yalnızca o en ilkel kendini feda etme içgüdüsü vardır.
Sanırım eski devletçilerin kadını mal olarak kullanmalarının nedeni bu. Kadınlar buna neden izin verdiler? Çünkü sürekli gebeydiler - çünkü çoktan sahiplenilmişler, köleleştirilmişlerdi!

On Birinci Bölüm / Urras
Rodarred sivri bir kentti.
Urras Dünya Hükümetleri Konseyi, varlığının üç yüz yılı boyunca bu hayal gibi, büyüleyici caddelerde yer almıştı.

Shevek danışma masasının çevresinden hızla dolaşıp onlara doğru koşmaya çalıştı. “Yardım edin bana!” dedi.

“Dr. Shevek, Arz elçiliğindesiniz. Burada Arz topraklarında sayılıyorsunuz. Mutlak güvencedesiniz.

“…Konuşabiliriz - artık birbirimizle konuşabiliriz.”
“Peki konuşunca ne diyeceksiniz?”

“Benim dünyam, benim Arz’ım bir yıkıntı. İnsan ırkı tarafından berbat edilmiş bir gezegen. Hiçbir şey kalmayana dek çoğaldık, tıkındık ve savaştık, sonra da öldük. Ne hırsımızı ne de şiddetimizi denetledik; uyum göstermedik. Kendimizi yok ettik. Ama önce dünyayı yok ettik. Benim dünyamda hiç orman kalmadı. Hava gri, gök gri, her zaman sıcak. Yaşanabiliyor, hala yaşanabiliyor - ama bu dünyada olduğu gibi değil. Burası canlı bir dünya, bir uyum. Benimki ise uyumsuzluk. Siz Odocular bir çölü seçtiniz; biz Arz’lılar bir çöl yarattık…

Anlamıyorum- anlamıyorum,” dedi sonunda. “Bizim geçmişimizdeki eski idealistlerden, özgürlük hayalleri kuranlardan biri gibisiniz; ama yine de sizi anlamıyorum, sanki bana gelecekte olacak şeyleri anlatmaya çalışıyorsunuz…

On İkinci Bölüm / Anarres
Bedap: “İnisiyatif Sendikası’nın, bir projesini sunmak istiyorum.”

“Eğer yola çıkarsan. Her zaman gittiğin yere ulaşıyorsun. Her zaman da geri dönüyorsun.”

On Üçüncü Bölüm / Urras - Anarres
Shevek’e bütün gemiyi, yıldızlararası Davenant’ı gezdirdiler.

“Bu gece Anarres’te uyuyacağım,” diye düşündü.

Türkçeleştiren: Levent Mollamustafaoğlu
Metis Yayınları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder