5 Ekim 2023 Perşembe

İlkçağdan Yeniçağa Türklerde Savaş ve Silahlar

 

İlkçağdan Yeniçağa Türklerde Savaş ve Silahlar

Gamze Gül Çetin

 

Çalışmanın Birinci Bölümü Savaş Taktik ve Stratejilerinden bahsetmektedir. İkinci Bölüm ve Üçüncü Bölüm, Hafif Silahlar ve Ağır Silahlar olarak ayrılmış ve nitelik ve kullanım amaçlarına göre silahlar değerlendirilmiştir.

 

Orhun Yazıtları’nda ordunun anlamı ‘hakanın daimi karargahına’ verilen isimdir. Dede Korkut Hikayelerinde ‘hanın ve beylerin karargahı’ ordu olarak kaydedilmiştir.

 

Eski Türklerde en büyük birlik 10.000 kişiden oluşuyor ve bunlara ‘tümen’ deniyordu. Alt birlikler 1000, 100 ve 10 olarak ayrılmıştı. Bunların başlarına ‘tümen başı’, ‘binbaşı’, ‘yüzbaşı’ ve ‘onbaşı’ adlı yetkililer getirilirdi.

 

Türk ordusunun başkumandanı Kağandır.

Kağan, Kan (Han) unvanları şekil ve mana bakımından birbirlerine bağlıdır.

 

Ordu başkumandanın özellikleri Kutadgu Bilig’de verilmiştir. Cebri gücü temsil eden ordu kumandanı ‘kılıç’, idari gücü temsil eden vezir ‘kalem’ olarak nitelendirilmiş ve memleketin düzeninin bunların elinde olduğu vurgulanmıştır.

 

Eski Türklerde ordu mensupları ile yapılan toplu sürgün avı (sığır) bir nevi savaş provası maiyetindeydi. Genellikle sefere çıkmadan birkaç gün önce gerçekleştirilirdi.

 

Oğuz Türklerinde ok göndermek savaşa ve sefere davet, çağrı anlamına gelir.

 

Türk hükümdarları savaşa tek başına karar vermezdi. Siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel konulardaki meseleler için toplanılan bir meclis vardı. Bu meclislere ‘toy, kengeş, ternek veya kurultay’ denirdi. İslamiyetten sonra bu meclisler ‘meşveret veya savaş’ meclisi olarak da isimlendirilmiştir.

 

Yada Taşı ile Yağmur Yağdırmak

Efsanenin İslami uyarlanışına göre de: Tufandan sonra Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafes Türklerin atasıdır. Hz. Nuh oğullarını dünyanın dört bir yanına göndermiş ve Yafes’e de kuzey ülkeleri düşmüştür. Yafes de ayrılırken babasından gittiği kurak topraklarda ihtiyacı kadar su bulabilmesi için yağmur yağdıracak bir dua istemiş. Yafes öğrendiği duayı unutmamak için bir taşa yazmış ve boynuna asmıştır.

 

Efsanenin devamında ise bu taş Yafes’in oğlu olan Türk’e miras kalmıştır. Türk bu taş ile dünya hakimiyeti kurmuştur. Taş Türk’ten sonra amcasının oğlu Oğuz’a geçmiştir.

 

Türk hükümdarları bu taşı savaşlarda daima yanlarında taşımışlardır. Yanlarında bulunan kamlar vasıtasıyla da savaşlarda düşmanlarının üzerine yağmur, dolu, kar yağdırıp fırtına çıkarmışlardır. / s. 12-13

 

Mübareze, savaş için karşı karşıya gelen iki ordunun en iyi savaşçılarının er meydanına çıkarak kendi aralarında çarpışarak hünerlerini göstermesine denir.

arezmşahlar’ın hükümdarı Celaleddin Mengüberti 1228’de Kafkaslar üzerine yürüdüğünde Gürcü ordusu ile karşılaşmış,

mübareze teklif ederek savaşçıların karşısına bizzat kendisi çıkmıştır.

 

Sultan Alp Arslan Malazgirt zaferinden sonra, devlet teşkilatına, vassal hükümdarlara ve komşu devletlere birer fetihname gönderdi.

 

Türk mitolojisinde; rüzgâr gibi koşan, mağarada yaşayantopraktan çıkan, sudan çıkan, gökten inen-kanatlı, Âb-ı Hayat içip ölmeyen, konuşan ve hızlı koşan atlar, destan, efsane ve hikâyelerde çokça kullanılan mitolojik motiflerdendir. Destan, hikâye ve efsanelerde kutsallaştırılmıştır. Efsanevi ölümsüzlük suyu olan Abı Hayat’ı içtikleri için ölümsüz olan Hızır’ın Boz atı ile Köroğlu’nun Kır Atı bunlar arasındadır.

 

At Türkün kanadıdır.

 

At, eski Şamanist Türklerin inanışına göre; gökten inmiştir.

 

At, görünmezler dünyasından haber veren, gelecekteki tehlikeleri bilen, dostu ve düşmanı tanıyabilen bir varlıktır.

 

Dede Korkut hikâyelerinden biri olan ‘Beyrek Hikâyesinde Bengi Boz’ isimli at konuşan atlardan biridir.

 

İkinci Bölüm

Hafif Silahlar

Yay

Yapısal olarak üç tip yay bulunur: Kompozit Yaylar, Basit Yaylar ve Tatar Yayları.

 

Ağaç yayın iskeletini oluştururken, kolların iç ve dış yüzlerini kaplaması için boynuz ve sinir gibi organik maddeler kullanılmıştır. Kompozit yapı Asya yaylarına çok uzun ömür kazandırmıştır.

Asya kökenli kompozit yayların bir diğer özelliği boylarının kısa oluşudur. Bu durum süvarilerin at üzerinde hareket kabiliyetini arttırdığı gibi, atış mesafesini de arttırmasına olanak sağlamıştır. / s. 41

 

Türkçede ‘bileşik’, ‘karma’, ‘mürekkep yay’ olarak adlandırılmış bu yay gövdenin maruz kaldığı gerilme ve sıkışma kuvvetlerini dengelemek maksadıyla geliştirilmiş ve en az dört farklı malzemeden yapılmıştır. Pek çok kaynakta ahşap, boynuz, hayvan tendonu ve hayvansal tutkaldan üretilmiştir.

 

Yayın yapımında en çok akçaağaç kullanılır.

Bu ağaç tutkalı çok fazla miktarda emer.

 

Boynuz yapımında genellikle öküz ya da manda kullanılmış ve boynuzların genç, uzun boylu öküzler alınmasına önem verilmişti. Boynuzdan iki parça çıkar, dış taraftan alınana kapak, içten alınana karın denirdi. Bir yayın kollarına iki kapak iki karın koyulurdu. Tendon genellikle öküzlerin ayak bileğinden diz kapağına kadar olan yerden çıkartılır ve güneşte veya sıcak yerde iyice kurutulurdu. Kuruyunca mermer tezgâh üzerinde iyice dövülür ezilip tel haline getirilirdi. Demir dişli sinir tarağı ile tel tel olana kadar tarandıktan sonra elle dikilip boylarına göre ayrılarak kullanmak için saklanırdı.

 

Tutkal / Çega ve balık tutkalı olarak iki çeşidi vardı. Çega tutkalı Osmanlılarda kullanılmış ismini

Gelibolu’nun Çega ilçesinde yapılmasından almıştır. Tutkal daha önce dövülen öküz sinirlerinden arta kalanlarla yapılırdı. Sıcak su ile yıkandıktan sonra kirli ve yağlı suya atılırdı. Bu işlemden sonra saf su dolu kabın içinde birkaç gün sürekli kaynatıldıktan sonra pelte halini alır ve yayvan bir kaba konulurdu. Nem uçuncaya kadar beklenir sonrasında parça halinde kesilip iplere dizilirdi. Usta yağcılar hazır tutkal kullanmazdı.

 

Balık tutkalı / Divan-ı Lügati’t Türk’te ‘yaruk yerim’ olarak geçmekte.

mersin balığının damak derisi veya hava kesesinden yapılırdı. Hava kesesi sivri bir bıçakla kesilir ve çıkartıldı. Kenarları üste katlanarak kuruduktan sonra bir gün boyunca suda bekler yumuşayan kirleri temizlenir ve tekrar kurutulurdu. Kuruyan deriler mermer tezgâhta iyice dövüldükten sonra ipe geçirilerek saklanırdı. / s. 43

 

İlk olarak kabza parçasının sivri uzantılarıyla kolların buralara uyacak çatalları iç içe geçirilerek iple bağlanırdı. Yapılan bu işleme ‘çatkı’ denir. Yayın kolları törpü ve rende ile düzeltilerek boynuz ve yay kollarının yapışacak yüzeylerine ta’şin çekilirdi. Ta’şinle boydan boya ince sarmal oyuklar açılırdı. Bunun nedeni yapışacak yüzeylerin artırılmasıyla daha kuvvetli bir yapışma sağlanmasıydı. Yivlenmiş yüzeylere balık tutkalı sürülerek kurutulur ve tekrar bolca tutkal sürülerek dumansız ateşe tutulurdu.

 

Boynuzlar sıkıca yerine oturularak bağlanırdı.

Tutkal kuruyunca ipler çözülür, yay iki başından iple gerdirilerek yay askısına asılır, iyice kurutulurdu. Bu işlemden sonra sinir döşemesi işlemi yapılır gereği kadar sinir alınır, sıcak ve sulu tutkal içinde ovuşturulurdu.

 

Yay kollarına da ta’şin geçilerek yivlenirdi. Birkaç kez tutkalladıktan sonra sıcak tutkal içinde yumuşamış sinirler ta’şin oluklarına döşenirdi. Sinir döşeme işi bitince yay bu sefer iple halka haline bağlanır ve duvara asılarak kuruması beklenir. Kuruyunca cezvede kaynatılan tutkal halkaya yavaş yavaş dökülerek yedirilir. Bu işlemin adı ‘yaya su vermek’ olarak bilinir. Yay halkası bir yıl kurumak için bırakılırdı. / s. 44

 

halka açmak / Yay yeterince kuruyunca halka ipleri açılır, işlem asa gezi adı verilen özel bir aletle yapılırdı.

Sonraki işlem yay başlarıydı. Keser ve törpü ile şekil verilen başlarda kiriş ilmiklerinin gireceği tonç kertikleri açılırdı. Açılan kertiklere deri parçaları yerleştirilir gerekirse iç kenarlara tonç sargısı sarılırdı.

 

Ok

Türkler oklarını kendileri yapar ve yardım almazlardı.

 

Okun / Boyu 24 eşit kısma bölünmüştür. Çileye takılan gez kertiğinden sonra ayrılan ilk dört kızıma baş, başın bitimine boğaz, 5-11 kısım göbek, boğazla göbek arasına göğüs, göbekten 17.

Kısma kadar baldır, 17-24 arasına da ayak denirdi.

Uçuna takılan parça madeni ise temren, kemik ise soya adını alırdı.

 

…tüye yelek, ya da sakal denirdi. Gez (okun arkasındaki kertik), kemik veya fildişinden ayrı bir parça olup başpare diye adlandırılırdı. Osmanlı da oklar kullanım şekline göre, tirkeş (savaş), talimhane, puta(hedef), menzil, idman ve meşk oku olarak ayrılır.

 

Osmanlılar ok yapımında çamı kullanırken Dede Korkut hikayelerinde Türklerin çoğunlukla kayın ağacından yapılan okları kullandığı bilgisini alıyoruz.

 

Ahşabı çok sert olduğundan kayın ağacı Hadeng oku denilen bir okun yapımında kullanılıyordu.

 

Bazı temrenli okların temren kısmına değişik sayılarda rondelalar konulmuştur. Rondelalar, ok hedefe varınca meydana gelen etkinin azalması, yaylanarak oku kırılmaktan kuruması için konulmuştur.

 

Gez, kiriş okla serbest bırakılana kadar, yani atış yapılana kadar, okun kirişe dayanarak tutunmasını sağlamaktır. Gez eğer okun arka kısmına açılan yivlerden oluşuyorsa buna adi gez denirdi.

 

Osmanlı döneminde bakkam gez olarak adlandırılan gezin yapımında bakkam ağacı kullanılırdı. Bir parça bakkam ağacı gez haline getirilir ve uzunlamasına iki parçaya ayrılırdı. Ok gövdesinin arkası iki taraftan da meyilli olarak kesilir, aynı açıda kesik gezin oka yapışacak kısımlarına da verilir. Daha sonra balık tutkalı ile yapıştırılan gez tekrar balık tutkalı ile yapıştırılmış sinir lifleri ile oka sarılırdı. Kuruyunca pürüzleri temizlenir ve son olarak da fırçayla tutkal sürülürdü. / s. 49

 

Yelek, oku havada dümenlemek ve ayağı üzerine düşmesini sağlamak için boyun kısmına takılan tüylere denirdi.

Osmanlı da okların yeleklerin de genellikle kuğu kanadı kullanılırdı. Ok cinsine göre kartal, akbaba, karabatak veya karakul kanadı da kullanıldığı oluyordu.

 

Asur kaynaklarında ‘Aşguzai’, eski Yunan kaynaklarında ‘Skyth’, Çin kaynaklarında ‘Sai-Sak’ ve Pers kaynaklarında ‘Saka’ olarak anılan İskitler

 

Geleneksel Türk okçuluğunda okun başparmakla çekildiği ve buna ‘başparmak çekişi’ dendiği bilinmektedir. Bu teknikte başparmağa ‘zihnir’ adı verilen başparmak yüzüğü takılır.

 

Selçuklulardan günümüze ulaşan yay örneği bulunmamaktadır.

 

Kılıç

Türklerin ok ve yaydan sonraki en önemli silahıdır.

3 ana bölümden oluşur: Kabza, Balçak (Korkuluk), Taban (Namlu).

 

Kabza: Türkçe de ‘Tutaç’ ve ‘Tutamak’ olarak kullanılan Kabza, kılıcın aşağı kısmı olan kılıç pabucunda bir elin ayası kadar kılıcın tutulması ve daha iyi kavranabilmesi için olan bölüme denir. Kılıç pabucunun ahşap, kemik, fildişi veya çeşitli madenlerle kaplaması ile oluşur.

 

Balçak: Savaşta kılıcı kullanan kişinin elini darbelerden korumak için kabza ve namlunun birleştiği yerde olan el siperine denir.

 

Namlu üzerinde farklı bölümler vardır: Sırt, Yalman, Yalım ve Kan Oluğu.

 

Kabzanın ve balçağın altındaki tabanın en kalın olan kılıç eğiliminden önceki kısmına Sırt denir. Süslemeler ve nakışlar bu bölümde başlar. Kılıcın boydan boya keskin yüzüne Yalım denir. Kılıç tabanın sırtından gelen nokta ile yalımın birleştiği noktanın uç ve sivri kısmına Yalman denir. Yalmanın iki tarafı da keskindir. Düz kılıçlarda taban boyunca uzanan, eğri kılıçlarda ise taban eğimi boyunca uzanan oluğa Kan Oluğu denir.

 

İskitlerde saplama amacı ile kullanılan kısa kılıcın boyu 45-60 cm uzunluğundadır. İskitler bu tür kılıçlara ‘akinak’ adını vermiştir.

 

…eğri kılıcın en büyük özelliği, darbe esnasında bütün gücü uca yakın kısmındaki kaviste toplaması, böylece kılıcın kesici gücünün ve verdiği hasarın yüksek olmasıdır.

 

Türkler süvarilik nedeni ile uzun kılıç kullanmışlardır.

 

Türk kılıcının doruk noktasına, Kanuni döneminde ulaşılmıştır. Kılıcın kitlesinden çok şekli önemlidir. Kılıçlarda bileğin ustalıklı hareketi esas alınmıştır. Ağır ve bileği zorlayan kılıçlar yerine hafif, eğri ve bileğin kıvraklığına dayanan kılıçlar kullanılmıştır.

 

Kılıcın ucu hafifletilir ve inceltilir. Bu mekaniği en üst noktasına Osmanlı Yatağanları ile ulaşılmıştır.

 

Orta Çağ İslam aleminde iyi bir kılıcın çeliği, yapı ve tekniği, hafifliği, boyu, sesi, hatt kokusuyla bile ayırt edilebilmekteydi. Bu dönemin en iyi kılıcı Hind demirinden yapıldığı ve çok kıymetli olduğu kaynaklarda yer almaktadır.

Hind kılıçlarının ‘el-bahiri’, ‘el-ruheyniyye’ gibi çeşitleri vardır. Kılıçlar ya yapıldıkları bölgelere ya da yapan kişiye göre isimlendirilirdi.

Yemen kılıçlarının demir kısmı beyaz, kızıl veya yeşil benekler süslenmiştir. Kabzanın ortası baş taraftan daha incedir. Kılıçlarının üzerinde nakışlar, resimler ve yazılar bulunur. Kılıçları ile meşhur bir diğer şehir ise Dımaşk’tır.

Kırgız kılıçları da en çok rağbet gören silahlar arasındadır.

Çelik işleyen Hind, Arap ve İran ustalarının mutlaka Kırgız çeliğini kullandıkları görülmektedir.

 

Kılıç sapı için en uygun malzemenin ‘arkar’ isimli dişi dağ keçisinin boynuzu olduğu yazmaktadır. Kılıç saplarının içine ‘tugru’ denilen ince bir demir yerleştirilir ve bu saplar ‘surkaç’ denilen lök ağacı zamkı ile kuvvetlendirildi. Kılıcın üzerinde bulunan ve çoğunlukla altın ile işlenen oymaya ise ‘kol’ ya da ‘kılıç kolu’ adı verilirdi. / s. 79

 

…kın yapımında kullanılan maddeyi oymak için ‘ekdü’ isimli ucu eğri bıçağın kullanıldığı kaydedilmiştir.

Kılıcın kından çekilmesine ‘suçlun(mak) denmekteydi. Bu kelime bir şeyi yerinden çekip çıkarmak anlamıyla da kullanılıyordu. Suçlun(muş) kılıca da ‘yalınğ kılıç’, kılıç kuşanmaya da ‘kılıçmanmak’ denmiştir.

 

Kının bölümleri şöyledir; 1- Balçak oyuğu, 2-Metal ağızlık, 3-Taşıma halkası, 4-Bilezik, 5-Çamurluk.

Kılıcın kına girdiği oyuğa Balçak oyuğu denir. Metal ağızlığın görevi kılıcın kına girerken kına zarar vermemesini sağlamaktır. Kılıçlar, kayışlar taşıma halkası ile kemere takılır ya da omuza asılarak bel hizasında taşınır. Bilezik, taşıma halkalarını kılıca kelepçe şeklinde bağlayan metal parçadır.

 

Kınların kemere bağlanmasını sağlayan en yaygın taşıma halkası biçimi ‘P’ veya ‘Kulp’ biçimine benzeyen halka biçimidir.

 

Mızrak

Türk mızrakları gövde, temren ve perçemden oluşur. Türklerin kullandığı ve mızrak anlamına gelen diğer kelimeler şunlardır; Çevgan, Sünü, Sıta, Şakti, Nize, Nayza.

 

Türk mızrakları süvari kullanımına uygun olarak hafif ve kısaydı.

Mızrakların en kısa olanı Cirit (cıda) idi.

Eski Türklerin kısa mızraklara ‘Kaçut’ dedikleri de bilinmektedir.

İki ya da tek ucu demir temrenli hafif mızraklara Harbe denir. Diğer bir tür ise Tırpan’dır. Tırpan delici, dürtücü olmakla beraber bazı türleri kesici niteliktedir. Bir başka mızrak türü Zıpkındır.

Zıpkın, boyu uzun, ucunda üçgen şeklinde bir mızrak bulunan ve temrenin üst tarafında sivri uçlu, keskin yukarıya ve aşağıya kıvrık kancaları olan silahtır.

 

Uzak ol anlamına gelen durbaş, / Altın ve elmasla süslü, ucu çatallı bir mızrak olup hükümdarın önünde götürdüğü ve onu görenleri yoldan uzaklaştırdığı da kaydedilmiştir.

 

Gürz

Ucunda madeni bir topuz olan ve sapı ağaç veya madenden yapılan bu vurucu silahın, etkisini arttırmak için topuz kısmında birkaç cm uzunluğunda çivi ya da çıkıntı bulunanları da vardır.

 

Süvariler bu silahı eyerin solunda, piyadeler ise elde ya da belde taşırdı.

Piyade sınıfının kullandığı gürzler daha hafif olsun diye ağaçtan yapılır ve üzerine çiviler monte edilirdi. Üstü çivisiz olanlara ‘matrak’ adı verilirdi.

Türkler arasından en yaygın olanı ve tercih edileni ‘Şeşper’ idi. Türkçe karşılığı ‘altı dilimli ’dir (temren kısmı altı dilimli).

Gürz, Osmanlı devleti döneminde ‘bozdoğan’ adıyla bilinir.

 

Çomak; kökü ile çıkarılan ağaçların, kök kısmının yontulması suretiyle bir topuz haline getirilerek elde edilen bir değnektir.

 

Hançer – Bıçak

Bıçak kelimesi eski Türkçe ’de bıçak olarak kullanılmasının yanında ‘biçek’, ‘bıçkı’, ‘pıçak’ ve ‘kesgü’ olarakta isimlendirilmiştir.

 

Nizamü’l-mülk hançerle suikasta uğramıştır. / bıçak ya da hançerin siyasi tarihteki önemi askeri tarihteki öneminden daha çoktur.

‘hutüvv boynuzu’

özellikle Kırgız ülkesinde bulunmaktadır. / bu maddeyi bazen ham bazen ise bıçak sapı yaparak sair ülkelere ihraç ederlerdi.

Divandaki ifadelere göre o dönemde hançere ‘bügde/bükde’ denilmekteydi.

Bıçak ise biçmek fiilinden gelen ‘biçek/pıçak’ kelimesiyle ifade edilmiştir. Yazılana göre bıçak sapı için kullanılan en uygun madde ‘arkar’ isimli dişi dağ keçisinin boynuzudur.

Bu boynuzdan yapılan bıçakların içine ‘tugru’ denilen ince bir demir geçirilir.

(DLT’de) ‘Kınğrak’ denilen ve et, hamur kesilen satıra benzeyen büyük bir bıçaktan ve ‘ekdü’ adı verilen ‘kılıç kını ve kılıç kınına benzer şeyleri oymak için kullanılan ucu eğri bıçak ’tan da bahsedilir.

 

Balta

en basit tanımıyla bir sap ve bir temrenden oluşur. Temrenin kesici yüzüne namlu denir.

 

Herodot’un bilgilerine göre balta İskitlere has bir silahtır.

İskit dönemine ait tespit edilen baltaların çoğu demirdir. Değişik tipleri bulunsa da çoğunlukla dar, keskin ağızlı ve dikdörtgen şeklindedir.

Küçük baltalara ‘nacak/nacah’ veya ‘teberzin’, büyük baltalara ise ‘Teber’ denmektedir.

 

Teberlerin namluları hilal şeklinde sapa paralel olarak uzanır. Teberler, demirden yapılan yarım ay formunda…

 

Sapı ahşap ya da demirdendir. Kullanılırken elden çıkmaması için sapın uç kısmı küçük bir küre ile sonuçlanır. Temreninin kesici bir bölümü hilal şeklindedir. Böylece vurulduğu yere merkezden hilal uçlarına doğru genişleyen bir etki alanı sağlamaktadır.

 

Ağır Silahlar / s. 97 vd.

 

Savunma Silahları ve Düzenekleri / s. 105 vd.

Zırh

Eski Türkçe ’de ‘yarık’, ‘cebe, çevşen, kübe, zerd, demir don’ olarak da isimlendirilen zırh, savaşlarda savaşçıların silah darbelerinden korunmak için giydikleri demir elbisedir.

 

Deri, keçe ya da pamuklu kumaşlarla yapılan hafif askeri zırhların üzerine plakalar dikmek zamanla gelişerek plakalı zırhları ortaya çıkarmıştır. Türklerin kullandığı en eski zırhların başında plakalı zırhlar gelir.

 

Memlukler de savaşçının vücudunu sararak aşağı kadar inen zırha ‘zerdiyyat sabile’ denirdi.

 

Örme zırhların önemli özelliklerinden biri diğer zırhlara göre daha esnek olmalarıdır.

Örme işleminin en yaygın kullanılanı dörtlü biçimdi.

 

Türklerin kullandığı hafif zırhların başında askeri kaftanlar gelir. Kalın yün, keçe, deri veya içi kürklü koyun derisinden yapılırdı.

 

Kolçak, zırhın kola geçirilen parçasına denir.

 

Dizcikler, dizin üst kısmında uyluktan başlayarak kaval kemiğinin üzerine kadar korur.

 

Miğfer, Türkçe karşılığı ‘Tulga’ olan, savaşçının başını darbelerden korumak için demir başlıktır.

 

Kalkan, Eski Türkçe de ‘Tura’ ya da ‘Tura Kalkan’ da denmekteydi.

Yapım malzemesine göre kalkanlar; Ahşap, Demir-Çelik, Bakır, Deri ve Çit(örme) olarak 5 gruba ayrılır.

 

Çetin, Gamze Gül (2020), İlkçağdan Yeniçağa Türklerde Savaş ve Silahlar, Bitirme Tezi, Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder