İlkçağdan Yeniçağa Türklerde Savaş ve Silahlar
Gamze Gül Çetin
Çalışmanın Birinci Bölümü Savaş Taktik ve Stratejilerinden
bahsetmektedir. İkinci Bölüm ve Üçüncü Bölüm, Hafif Silahlar ve Ağır Silahlar
olarak ayrılmış ve nitelik ve kullanım amaçlarına göre silahlar
değerlendirilmiştir.
Orhun Yazıtları’nda ordunun anlamı ‘hakanın daimi
karargahına’ verilen isimdir. Dede Korkut Hikayelerinde ‘hanın ve beylerin
karargahı’ ordu olarak kaydedilmiştir.
Eski Türklerde en büyük birlik 10.000 kişiden oluşuyor ve
bunlara ‘tümen’ deniyordu. Alt birlikler 1000, 100 ve 10 olarak ayrılmıştı.
Bunların başlarına ‘tümen başı’, ‘binbaşı’, ‘yüzbaşı’ ve ‘onbaşı’ adlı
yetkililer getirilirdi.
Türk ordusunun başkumandanı Kağandır.
Kağan, Kan (Han) unvanları şekil ve mana bakımından
birbirlerine bağlıdır.
Ordu başkumandanın özellikleri Kutadgu Bilig’de verilmiştir.
Cebri gücü temsil eden ordu kumandanı ‘kılıç’, idari gücü temsil eden vezir
‘kalem’ olarak nitelendirilmiş ve memleketin düzeninin bunların elinde olduğu
vurgulanmıştır.
Eski Türklerde ordu mensupları ile yapılan toplu sürgün avı
(sığır) bir nevi savaş provası maiyetindeydi. Genellikle sefere çıkmadan birkaç
gün önce gerçekleştirilirdi.
Oğuz Türklerinde ok göndermek savaşa ve sefere davet, çağrı
anlamına gelir.
Türk hükümdarları savaşa tek başına karar vermezdi. Siyasi,
askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel konulardaki meseleler için toplanılan bir
meclis vardı. Bu meclislere ‘toy, kengeş, ternek veya kurultay’ denirdi.
İslamiyetten sonra bu meclisler ‘meşveret veya savaş’ meclisi olarak da
isimlendirilmiştir.
Yada Taşı ile Yağmur Yağdırmak
Efsanenin İslami uyarlanışına göre de: Tufandan sonra Nuh’un
üç oğlundan biri olan Yafes Türklerin atasıdır. Hz. Nuh oğullarını dünyanın
dört bir yanına göndermiş ve Yafes’e de kuzey ülkeleri düşmüştür. Yafes de
ayrılırken babasından gittiği kurak topraklarda ihtiyacı kadar su bulabilmesi
için yağmur yağdıracak bir dua istemiş. Yafes öğrendiği duayı unutmamak için
bir taşa yazmış ve boynuna asmıştır.
Efsanenin devamında ise bu taş Yafes’in oğlu olan Türk’e
miras kalmıştır. Türk bu taş ile dünya hakimiyeti kurmuştur. Taş Türk’ten sonra
amcasının oğlu Oğuz’a geçmiştir.
Türk hükümdarları bu taşı savaşlarda daima yanlarında
taşımışlardır. Yanlarında bulunan kamlar vasıtasıyla da savaşlarda
düşmanlarının üzerine yağmur, dolu, kar yağdırıp fırtına çıkarmışlardır. / s.
12-13
Mübareze, savaş için karşı karşıya gelen iki ordunun en iyi
savaşçılarının er meydanına çıkarak kendi aralarında çarpışarak hünerlerini
göstermesine denir.
arezmşahlar’ın hükümdarı Celaleddin Mengüberti 1228’de
Kafkaslar üzerine yürüdüğünde Gürcü ordusu ile karşılaşmış,
mübareze teklif ederek savaşçıların karşısına bizzat kendisi
çıkmıştır.
Sultan Alp Arslan Malazgirt zaferinden sonra, devlet
teşkilatına, vassal hükümdarlara ve komşu devletlere birer fetihname gönderdi.
Türk mitolojisinde; rüzgâr gibi koşan, mağarada
yaşayantopraktan çıkan, sudan çıkan, gökten inen-kanatlı, Âb-ı Hayat içip
ölmeyen, konuşan ve hızlı koşan atlar, destan, efsane ve hikâyelerde çokça
kullanılan mitolojik motiflerdendir. Destan, hikâye ve efsanelerde
kutsallaştırılmıştır. Efsanevi ölümsüzlük suyu olan Abı Hayat’ı içtikleri için
ölümsüz olan Hızır’ın Boz atı ile Köroğlu’nun Kır Atı bunlar arasındadır.
At Türkün kanadıdır.
At, eski Şamanist Türklerin inanışına göre; gökten inmiştir.
At, görünmezler dünyasından haber veren, gelecekteki
tehlikeleri bilen, dostu ve düşmanı tanıyabilen bir varlıktır.
Dede Korkut hikâyelerinden biri olan ‘Beyrek Hikâyesinde
Bengi Boz’ isimli at konuşan atlardan biridir.
İkinci Bölüm
Hafif Silahlar
Yay
Yapısal olarak üç tip yay bulunur: Kompozit Yaylar, Basit
Yaylar ve Tatar Yayları.
Ağaç yayın iskeletini oluştururken, kolların iç ve dış
yüzlerini kaplaması için boynuz ve sinir gibi organik maddeler kullanılmıştır.
Kompozit yapı Asya yaylarına çok uzun ömür kazandırmıştır.
Asya kökenli kompozit yayların bir diğer özelliği boylarının
kısa oluşudur. Bu durum süvarilerin at üzerinde hareket kabiliyetini arttırdığı
gibi, atış mesafesini de arttırmasına olanak sağlamıştır. / s. 41
Türkçede ‘bileşik’, ‘karma’, ‘mürekkep yay’ olarak
adlandırılmış bu yay gövdenin maruz kaldığı gerilme ve sıkışma kuvvetlerini
dengelemek maksadıyla geliştirilmiş ve en az dört farklı malzemeden
yapılmıştır. Pek çok kaynakta ahşap, boynuz, hayvan tendonu ve hayvansal
tutkaldan üretilmiştir.
Yayın yapımında en çok akçaağaç kullanılır.
Bu ağaç tutkalı çok fazla miktarda emer.
Boynuz yapımında genellikle öküz ya da manda kullanılmış ve
boynuzların genç, uzun boylu öküzler alınmasına önem verilmişti. Boynuzdan iki
parça çıkar, dış taraftan alınana kapak, içten alınana karın denirdi. Bir yayın
kollarına iki kapak iki karın koyulurdu. Tendon genellikle öküzlerin ayak
bileğinden diz kapağına kadar olan yerden çıkartılır ve güneşte veya sıcak
yerde iyice kurutulurdu. Kuruyunca mermer tezgâh üzerinde iyice dövülür ezilip
tel haline getirilirdi. Demir dişli sinir tarağı ile tel tel olana kadar
tarandıktan sonra elle dikilip boylarına göre ayrılarak kullanmak için
saklanırdı.
Tutkal / Çega ve balık tutkalı olarak iki çeşidi
vardı. Çega tutkalı Osmanlılarda kullanılmış ismini
Gelibolu’nun Çega ilçesinde yapılmasından almıştır. Tutkal
daha önce dövülen öküz sinirlerinden arta kalanlarla yapılırdı. Sıcak su ile
yıkandıktan sonra kirli ve yağlı suya atılırdı. Bu işlemden sonra saf su dolu
kabın içinde birkaç gün sürekli kaynatıldıktan sonra pelte halini alır ve
yayvan bir kaba konulurdu. Nem uçuncaya kadar beklenir sonrasında parça halinde
kesilip iplere dizilirdi. Usta yağcılar hazır tutkal kullanmazdı.
Balık tutkalı / Divan-ı Lügati’t Türk’te ‘yaruk yerim’
olarak geçmekte.
mersin balığının damak derisi veya hava kesesinden
yapılırdı. Hava kesesi sivri bir bıçakla kesilir ve çıkartıldı. Kenarları üste
katlanarak kuruduktan sonra bir gün boyunca suda bekler yumuşayan kirleri
temizlenir ve tekrar kurutulurdu. Kuruyan deriler mermer tezgâhta iyice
dövüldükten sonra ipe geçirilerek saklanırdı. / s. 43
İlk olarak kabza parçasının sivri uzantılarıyla kolların
buralara uyacak çatalları iç içe geçirilerek iple bağlanırdı. Yapılan bu işleme
‘çatkı’ denir. Yayın kolları törpü ve rende ile düzeltilerek boynuz ve yay
kollarının yapışacak yüzeylerine ta’şin çekilirdi. Ta’şinle boydan boya ince
sarmal oyuklar açılırdı. Bunun nedeni yapışacak yüzeylerin artırılmasıyla daha
kuvvetli bir yapışma sağlanmasıydı. Yivlenmiş yüzeylere balık tutkalı sürülerek
kurutulur ve tekrar bolca tutkal sürülerek dumansız ateşe tutulurdu.
Boynuzlar sıkıca yerine oturularak bağlanırdı.
Tutkal kuruyunca ipler çözülür, yay iki başından iple
gerdirilerek yay askısına asılır, iyice kurutulurdu. Bu işlemden sonra sinir
döşemesi işlemi yapılır gereği kadar sinir alınır, sıcak ve sulu tutkal içinde
ovuşturulurdu.
Yay kollarına da ta’şin geçilerek yivlenirdi. Birkaç kez
tutkalladıktan sonra sıcak tutkal içinde yumuşamış sinirler ta’şin oluklarına
döşenirdi. Sinir döşeme işi bitince yay bu sefer iple halka haline bağlanır ve
duvara asılarak kuruması beklenir. Kuruyunca cezvede kaynatılan tutkal halkaya
yavaş yavaş dökülerek yedirilir. Bu işlemin adı ‘yaya su vermek’ olarak
bilinir. Yay halkası bir yıl kurumak için bırakılırdı. / s. 44
halka açmak / Yay yeterince kuruyunca halka ipleri açılır,
işlem asa gezi adı verilen özel bir aletle yapılırdı.
Sonraki işlem yay başlarıydı. Keser ve törpü ile şekil
verilen başlarda kiriş ilmiklerinin gireceği tonç kertikleri açılırdı. Açılan
kertiklere deri parçaları yerleştirilir gerekirse iç kenarlara tonç sargısı
sarılırdı.
Ok
Türkler oklarını kendileri yapar ve yardım almazlardı.
Okun / Boyu 24 eşit kısma bölünmüştür. Çileye takılan gez
kertiğinden sonra ayrılan ilk dört kızıma baş, başın bitimine boğaz, 5-11 kısım
göbek, boğazla göbek arasına göğüs, göbekten 17.
Kısma kadar baldır, 17-24 arasına da ayak denirdi.
Uçuna takılan parça madeni ise temren, kemik ise soya adını
alırdı.
…tüye yelek, ya da sakal denirdi. Gez (okun arkasındaki
kertik), kemik veya fildişinden ayrı bir parça olup başpare diye
adlandırılırdı. Osmanlı da oklar kullanım şekline göre, tirkeş (savaş),
talimhane, puta(hedef), menzil, idman ve meşk oku olarak ayrılır.
Osmanlılar ok yapımında çamı kullanırken Dede Korkut
hikayelerinde Türklerin çoğunlukla kayın ağacından yapılan okları kullandığı
bilgisini alıyoruz.
Ahşabı çok sert olduğundan kayın ağacı Hadeng oku denilen
bir okun yapımında kullanılıyordu.
Bazı temrenli okların temren kısmına değişik sayılarda
rondelalar konulmuştur. Rondelalar, ok hedefe varınca meydana gelen etkinin
azalması, yaylanarak oku kırılmaktan kuruması için konulmuştur.
Gez, kiriş okla serbest bırakılana kadar, yani atış yapılana
kadar, okun kirişe dayanarak tutunmasını sağlamaktır. Gez eğer okun arka
kısmına açılan yivlerden oluşuyorsa buna adi gez denirdi.
Osmanlı döneminde bakkam gez olarak adlandırılan gezin
yapımında bakkam ağacı kullanılırdı. Bir parça bakkam ağacı gez haline
getirilir ve uzunlamasına iki parçaya ayrılırdı. Ok gövdesinin arkası iki
taraftan da meyilli olarak kesilir, aynı açıda kesik gezin oka yapışacak
kısımlarına da verilir. Daha sonra balık tutkalı ile yapıştırılan gez tekrar
balık tutkalı ile yapıştırılmış sinir lifleri ile oka sarılırdı. Kuruyunca
pürüzleri temizlenir ve son olarak da fırçayla tutkal sürülürdü. / s. 49
Yelek, oku havada dümenlemek ve ayağı üzerine düşmesini
sağlamak için boyun kısmına takılan tüylere denirdi.
Osmanlı da okların yeleklerin de genellikle kuğu kanadı
kullanılırdı. Ok cinsine göre kartal, akbaba, karabatak veya karakul kanadı da
kullanıldığı oluyordu.
Asur kaynaklarında ‘Aşguzai’, eski Yunan kaynaklarında
‘Skyth’, Çin kaynaklarında ‘Sai-Sak’ ve Pers kaynaklarında ‘Saka’ olarak anılan
İskitler
Geleneksel Türk okçuluğunda okun başparmakla çekildiği ve
buna ‘başparmak çekişi’ dendiği bilinmektedir. Bu teknikte başparmağa ‘zihnir’
adı verilen başparmak yüzüğü takılır.
Selçuklulardan günümüze ulaşan yay örneği bulunmamaktadır.
Kılıç
Türklerin ok ve yaydan sonraki en önemli silahıdır.
3 ana bölümden oluşur: Kabza, Balçak (Korkuluk), Taban
(Namlu).
Kabza: Türkçe de ‘Tutaç’ ve ‘Tutamak’ olarak kullanılan
Kabza, kılıcın aşağı kısmı olan kılıç pabucunda bir elin ayası kadar kılıcın
tutulması ve daha iyi kavranabilmesi için olan bölüme denir. Kılıç pabucunun
ahşap, kemik, fildişi veya çeşitli madenlerle kaplaması ile oluşur.
Balçak: Savaşta kılıcı kullanan kişinin elini darbelerden
korumak için kabza ve namlunun birleştiği yerde olan el siperine denir.
Namlu üzerinde farklı bölümler vardır: Sırt, Yalman, Yalım
ve Kan Oluğu.
Kabzanın ve balçağın altındaki tabanın en kalın olan kılıç
eğiliminden önceki kısmına Sırt denir. Süslemeler ve nakışlar bu bölümde
başlar. Kılıcın boydan boya keskin yüzüne Yalım denir. Kılıç tabanın sırtından
gelen nokta ile yalımın birleştiği noktanın uç ve sivri kısmına Yalman denir.
Yalmanın iki tarafı da keskindir. Düz kılıçlarda taban boyunca uzanan, eğri
kılıçlarda ise taban eğimi boyunca uzanan oluğa Kan Oluğu denir.
İskitlerde saplama amacı ile kullanılan kısa kılıcın boyu
45-60 cm uzunluğundadır. İskitler bu tür kılıçlara ‘akinak’ adını vermiştir.
…eğri kılıcın en büyük özelliği, darbe esnasında bütün gücü
uca yakın kısmındaki kaviste toplaması, böylece kılıcın kesici gücünün ve
verdiği hasarın yüksek olmasıdır.
Türkler süvarilik nedeni ile uzun kılıç kullanmışlardır.
Türk kılıcının doruk noktasına, Kanuni döneminde
ulaşılmıştır. Kılıcın kitlesinden çok şekli önemlidir. Kılıçlarda bileğin
ustalıklı hareketi esas alınmıştır. Ağır ve bileği zorlayan kılıçlar yerine
hafif, eğri ve bileğin kıvraklığına dayanan kılıçlar kullanılmıştır.
Kılıcın ucu hafifletilir ve inceltilir. Bu mekaniği en üst
noktasına Osmanlı Yatağanları ile ulaşılmıştır.
Orta Çağ İslam aleminde iyi bir kılıcın çeliği, yapı ve
tekniği, hafifliği, boyu, sesi, hatt kokusuyla bile ayırt edilebilmekteydi. Bu
dönemin en iyi kılıcı Hind demirinden yapıldığı ve çok kıymetli olduğu
kaynaklarda yer almaktadır.
Hind kılıçlarının ‘el-bahiri’, ‘el-ruheyniyye’ gibi
çeşitleri vardır. Kılıçlar ya yapıldıkları bölgelere ya da yapan kişiye göre
isimlendirilirdi.
Yemen kılıçlarının demir kısmı beyaz, kızıl veya yeşil
benekler süslenmiştir. Kabzanın ortası baş taraftan daha incedir. Kılıçlarının
üzerinde nakışlar, resimler ve yazılar bulunur. Kılıçları ile meşhur bir diğer
şehir ise Dımaşk’tır.
Kırgız kılıçları da en çok rağbet gören silahlar
arasındadır.
Çelik işleyen Hind, Arap ve İran ustalarının mutlaka Kırgız
çeliğini kullandıkları görülmektedir.
Kılıç sapı için en uygun malzemenin ‘arkar’ isimli dişi dağ
keçisinin boynuzu olduğu yazmaktadır. Kılıç saplarının içine ‘tugru’ denilen
ince bir demir yerleştirilir ve bu saplar ‘surkaç’ denilen lök ağacı zamkı ile
kuvvetlendirildi. Kılıcın üzerinde bulunan ve çoğunlukla altın ile işlenen
oymaya ise ‘kol’ ya da ‘kılıç kolu’ adı verilirdi. / s. 79
…kın yapımında kullanılan maddeyi oymak için ‘ekdü’ isimli ucu eğri bıçağın kullanıldığı
kaydedilmiştir.
Kılıcın kından çekilmesine ‘suçlun(mak) denmekteydi. Bu
kelime bir şeyi yerinden çekip çıkarmak anlamıyla da kullanılıyordu.
Suçlun(muş) kılıca da ‘yalınğ kılıç’, kılıç kuşanmaya da ‘kılıçmanmak’
denmiştir.
Kının bölümleri şöyledir; 1- Balçak oyuğu, 2-Metal ağızlık,
3-Taşıma halkası, 4-Bilezik, 5-Çamurluk.
Kılıcın kına girdiği oyuğa Balçak oyuğu denir. Metal
ağızlığın görevi kılıcın kına girerken kına zarar vermemesini sağlamaktır. Kılıçlar,
kayışlar taşıma halkası ile kemere takılır ya da omuza asılarak bel hizasında
taşınır. Bilezik, taşıma halkalarını kılıca kelepçe şeklinde bağlayan metal
parçadır.
Kınların kemere bağlanmasını sağlayan en yaygın taşıma
halkası biçimi ‘P’ veya ‘Kulp’ biçimine benzeyen halka biçimidir.
Mızrak
Türk mızrakları gövde, temren ve perçemden oluşur. Türklerin
kullandığı ve mızrak anlamına gelen diğer kelimeler şunlardır; Çevgan, Sünü,
Sıta, Şakti, Nize, Nayza.
Türk mızrakları süvari kullanımına uygun olarak hafif ve
kısaydı.
Mızrakların en kısa olanı Cirit (cıda) idi.
Eski Türklerin kısa mızraklara ‘Kaçut’ dedikleri de
bilinmektedir.
İki ya da tek ucu demir temrenli hafif mızraklara Harbe
denir. Diğer bir tür ise Tırpan’dır. Tırpan delici, dürtücü olmakla beraber
bazı türleri kesici niteliktedir. Bir başka mızrak türü Zıpkındır.
Zıpkın, boyu uzun, ucunda üçgen şeklinde bir mızrak bulunan
ve temrenin üst tarafında sivri uçlu, keskin yukarıya ve aşağıya kıvrık
kancaları olan silahtır.
Uzak ol anlamına gelen durbaş, / Altın ve elmasla süslü, ucu
çatallı bir mızrak olup hükümdarın önünde götürdüğü ve onu görenleri yoldan
uzaklaştırdığı da kaydedilmiştir.
Gürz
Ucunda madeni bir topuz olan ve sapı ağaç veya madenden
yapılan bu vurucu silahın, etkisini arttırmak için topuz kısmında birkaç cm
uzunluğunda çivi ya da çıkıntı bulunanları da vardır.
Süvariler bu silahı eyerin solunda, piyadeler ise elde ya da
belde taşırdı.
Piyade sınıfının kullandığı gürzler daha hafif olsun diye
ağaçtan yapılır ve üzerine çiviler monte edilirdi. Üstü çivisiz olanlara ‘matrak’ adı verilirdi.
Türkler arasından en yaygın olanı ve tercih edileni ‘Şeşper’
idi. Türkçe karşılığı ‘altı dilimli ’dir (temren kısmı altı dilimli).
Gürz, Osmanlı devleti döneminde ‘bozdoğan’ adıyla bilinir.
Çomak; kökü ile çıkarılan ağaçların, kök kısmının yontulması
suretiyle bir topuz haline getirilerek elde edilen bir değnektir.
Hançer – Bıçak
Bıçak kelimesi eski Türkçe ’de bıçak olarak kullanılmasının
yanında ‘biçek’, ‘bıçkı’, ‘pıçak’ ve ‘kesgü’ olarakta isimlendirilmiştir.
Nizamü’l-mülk hançerle suikasta uğramıştır. / bıçak ya da
hançerin siyasi tarihteki önemi askeri tarihteki öneminden daha çoktur.
‘hutüvv boynuzu’
özellikle Kırgız ülkesinde bulunmaktadır. / bu maddeyi bazen
ham bazen ise bıçak sapı yaparak sair ülkelere ihraç ederlerdi.
Divandaki ifadelere göre o dönemde hançere ‘bügde/bükde’ denilmekteydi.
Bıçak ise biçmek fiilinden gelen ‘biçek/pıçak’ kelimesiyle
ifade edilmiştir. Yazılana göre bıçak sapı için kullanılan en uygun madde
‘arkar’ isimli dişi dağ keçisinin boynuzudur.
Bu boynuzdan yapılan bıçakların içine ‘tugru’ denilen ince
bir demir geçirilir.
(DLT’de) ‘Kınğrak’ denilen ve et, hamur kesilen satıra
benzeyen büyük bir bıçaktan ve ‘ekdü’ adı verilen ‘kılıç kını ve kılıç kınına
benzer şeyleri oymak için kullanılan ucu eğri bıçak ’tan da bahsedilir.
Balta
en basit tanımıyla bir sap ve bir temrenden oluşur. Temrenin
kesici yüzüne namlu denir.
Herodot’un bilgilerine göre balta İskitlere has bir
silahtır.
İskit dönemine ait tespit edilen baltaların çoğu demirdir.
Değişik tipleri bulunsa da çoğunlukla dar, keskin ağızlı ve dikdörtgen
şeklindedir.
Küçük baltalara ‘nacak/nacah’ veya ‘teberzin’, büyük
baltalara ise ‘Teber’ denmektedir.
Teberlerin namluları hilal şeklinde sapa paralel olarak
uzanır. Teberler, demirden yapılan yarım ay formunda…
Sapı ahşap ya da demirdendir. Kullanılırken elden çıkmaması
için sapın uç kısmı küçük bir küre ile sonuçlanır. Temreninin kesici bir bölümü
hilal şeklindedir. Böylece vurulduğu yere merkezden hilal uçlarına doğru
genişleyen bir etki alanı sağlamaktadır.
Ağır Silahlar / s. 97 vd.
Savunma Silahları ve Düzenekleri / s. 105 vd.
Zırh
Eski Türkçe ’de ‘yarık’, ‘cebe, çevşen, kübe, zerd, demir
don’ olarak da isimlendirilen zırh, savaşlarda savaşçıların silah darbelerinden
korunmak için giydikleri demir elbisedir.
Deri, keçe ya da pamuklu kumaşlarla yapılan hafif askeri
zırhların üzerine plakalar dikmek zamanla gelişerek plakalı zırhları ortaya
çıkarmıştır. Türklerin kullandığı en eski zırhların başında plakalı zırhlar
gelir.
Memlukler de savaşçının vücudunu sararak aşağı kadar inen
zırha ‘zerdiyyat sabile’ denirdi.
Örme zırhların önemli özelliklerinden biri diğer zırhlara
göre daha esnek olmalarıdır.
Örme işleminin en yaygın kullanılanı dörtlü biçimdi.
Türklerin kullandığı hafif zırhların başında askeri
kaftanlar gelir. Kalın yün, keçe, deri veya içi kürklü koyun derisinden
yapılırdı.
Kolçak, zırhın kola geçirilen parçasına denir.
Dizcikler, dizin üst kısmında uyluktan başlayarak kaval
kemiğinin üzerine kadar korur.
Miğfer, Türkçe karşılığı ‘Tulga’ olan, savaşçının başını
darbelerden korumak için demir başlıktır.
Kalkan, Eski Türkçe de ‘Tura’ ya da ‘Tura Kalkan’ da
denmekteydi.
Yapım malzemesine göre kalkanlar; Ahşap, Demir-Çelik, Bakır,
Deri ve Çit(örme) olarak 5 gruba ayrılır.
…
Çetin, Gamze Gül (2020), İlkçağdan Yeniçağa Türklerde
Savaş ve Silahlar, Bitirme Tezi, Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Tarih Bölümü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder