Kabadayılar, Silâh ve Gelenekleri - cilt14
Kabadayılar
Kavuklarına “Hüma kuşu
kanadı”ndan tüyler koyarlardı. Taktıkları tüyler, bahadırlık nişanesi idi.
Türkler Avrupa Kıt’asına
yayıldıklarında, Hristiyanlar arasında azınlık idiler. Gece hava karardıktan
sonra Hristiyan mahallelerine giren Türkler geriye dönemeyip, hile ile
vuruluyorlardı.
Ordu mensupları ve devlet
adamları içinde gayrimüslimler vardı, Bu kişiler gizli bilgileri kendi
azınlıklarına duyuruyorlardı.
İş, bu babayiğitlere düşüyor,
hem karakol basıyor, hem de cinayet işleyenlerin cezalarını veriyorlardı.
Bu babayiğitler hiç bir Türk
kardeşi ile döğüşmezdi. Kendi aralarında bir gerginlik olduğu durumlarda,
mertçe karşılaşırlar, meydan okuyan, başından kavuğunu çıkartıp, diğerinin
önüne bırakırdı.
“Kavuk çıkarma”nın anlamı,
iki bahadır’ın döğüşmesi, bahadırlık şerefini düşüreceğinden, “Beni bahadır kabul etme”
demekti.
Teke tek döğüşlerde,
saldırmanın yüzünü kullanana, yere düşürdükten sonra ve önden kaçınca arkadan
vurana, diğer arkadaşları selâm vermez, kavuğunda tüy varsa, söküp diğerine
takarlardı.
Hayrettin Paşa’ya “Barbaros”,
babayığitler’e de "Kabadayı” adlarını Türkler vermedi. Bunlar,
gayrimüslimler tarafından verilen soğutucu isimlerdir.
Kabadayılık devrinin
bağlaması, Barbaros’tan daha sonraki zamanlarda 1800 yıllarında, III. Selim
zamanındadır.
Keçe külah zamanından sonra,
gayrimüslimler, babayiğitleri elde ettiler. Kazançlarından bir miktar para
ayırıp, geçimlerini temin etmeye kalktılar. Aralarında dostluk kurup,
meyhanelere alıştırdılar.
Yorgunluk ayranı yerine rakı
verip,, adına da “Aslan südü” dediler. “Kedi sirke içmez, rakıyı insan içer,
suyu hayvan içer” dediler, “Hayvan hakkına insan hakkı karışmaz”, deyip, susuz
içmeye alıştırdılar. “İçen yürekli olur”, anlamına gelen, kadehlerin üzerine
kalp resimleri yaptılar.
Babayiğit gelenekleri.
hakaretle karşılanmaya başladı. Kabadayılar arasına, bir birlerine karşı
soğukluk girdi. Benim kavuğum değişiktir, anlamına gelen, keçe külahlarını
buruşturup giymeye başladılar.
Rumlara uyarak, başlarına bir
iki kulaç uzunluğunda şal sarıp, kalyoncu mintanı giyip, kollar sıvandı. Kol ve
göğüslere doğru yapılmaya başlandı. Rum usulü bacaklar çıplak bırakılıp, diz
çakşırı geydiler.
Bıyıklar, Alman usulü
Alaburus buruldu. Perçemleri budayıp, aynalı tıraş olmaya başladılar. Aynalı
tıraş: Tepe ustura ile kazınıp, yanlarda saç bırakılırdı.
Aynalı tıraşa yakın zamana
kadar, halk arasında “Top ense-pırpır bıyık” denirdi. Giyinişlerine gene kendi
aralarında, “Pırpırı kıyafet”, halk arasında da: “Baldırıçıplak”, denildi.
Türkçe kelimeler arasına
kattıkları yabancı döküntüleri ile, “Argo” meydana geldi.
Azınlık mensupları / Türkler
arasında mahalleliler arasında gerginlik meydana getirip, semtlerin
kabadayılarını bir birlerine düşürdüler.
Bu arada iş yapmayıp,
döğüşmeyi meslek haline getiren, haraç alarak geçimini temin eden,
külhanı kabadayılar türedi.
Bunlar aldıkları haraçları, semt kahvelerinde masa üzerlerine dökerler,
kendilerine yalnız bir altın alıp, diğerlerini taksim ederlerdi.
Külhanı kabadayılar arasında,
kendi gitmeden, küçük bel bıçağını bir kırmızı beze sarıp, yeni yetişen
gençlere vererek boyunlarına birer çapraz çevre astırıp tahsilat yapanları da
vardı. (Boyuna çevre yahut mendil asmak, görevli anlamına gelir. Bu usûl, Tanzimat
devrinden sonra başlamıştır.
…
İsmail Hakkı Soyyanmaz (1972), Kabadayılar, Silâh ve
Gelenekleri, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Yıl: 23, Cilt: 14, No: 271, s.
6283-6286
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder