27 Şubat 2018 Salı

Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma


İbrahim Güner, Mustafa Ertürk - Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma

İl merkezi olan 81 kentin; 26’sı fizikî şartlara dayanan adlar, 45’i de insanlara ve topluluklara dayanan adlar taşımaktadır. Kalan 10 il merkezinin adlarının kaynakları ve anlamları ise henüz güvenle saptanamamıştır (s. 39).

Türkiye toprakları dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri üzerinde yer almaktadır. Nitekim arkeolojik, prehistorik ve antropolojik araştırmalara göre Karain mağarası, günümüzden 150 bin yıl, Yarımburgaz mağaraları ise 250 bin yıl kadar önce insanlar tarafından yerleşilmiş ve doğal mesken olarak kullanılmıştır. 

…ülkemiz toprakları çok çeşitli toplumların yerleşimlerine ve uygarlıklarına sahne olmuş; bu da, yerleşmelerin kuruluşları, gelişmeleri ve adlandırılmaları üzerinde derin etkiler yapmıştır.
Özellikle insanların yaşaması için elverişli koşullara sahip alanlardaki yerleşmelerin adları, bütün bu zaman içinde dikkate değer bir devamlılık gösterir. Örneğin, Maraş’a daha Hititler zamanında “Markasi,” Malatya’ya aynı dönemde “Maldiya” ve Adana’ya “Atana” denildiği bilinir.

Ağrı adı eski Türkçe’de “yüksek” anlamına gelen “ağrı” kelimesinden gelmektedir.

18. yüzyıldan sonra kente, güneybatısındaki Tekfur Dağı’ndan (bugün Işıklar Dağı) dolayı “Tekfurdağ” adı verildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında kentin adı “Tekirdağ” olarak değiştirildi.

Üzerinde çok sayıda buzul gölü bulunan Bingöl Dağı, günümüzde şehre adını vermiştir.

(Van) Kentin bugünkü adının, yöreye Urartuların verdiği “Vaini” (Waini) adından kaynaklandığı sanılmaktadır.

Muhtemelen, Düzce adı, yerleşmenin Bizans Dönemi’ndeki adı olan Düsae sözcüğünün bozulmuş şeklidir.

Bir kaya çıkıntısı üzerindeki Belo Kome Kalesi’nin şimdiki Bilecik’in nüvesini teşkil ettiği, isminin de buradan geldiği belirtilir.

(Kilis) Türk-Yakut ağzında kilis sözcüğünün “düz, perdahlanmış” anlamında kullanılması nedeniyle, günümüze böyle ulaştığı tahmin ediliyor.

(Giresun) Eski adı “Kerasus” olup bugünkü adı da bu kelimeye dayanır.

Yerleştikleri yöreye yüzey şekillerinin masayı andıran şekiller biçiminde kıyıya doğru alçaldığını gören Miletliler, Eski Yunanca “masa” sözcüğünün karşılığı olan “trapeza”dan esinlenerek kente “Trapezus” adını verdiler. Zamanla “Trapezus”, “Trapezund” ve “Trebizond” gibi bazı değişimler geçiren bu ad daha sonra “Trabzon” biçiminde söylenmeye başlandı.

Miletli denizciler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulan Rize, eskiden “Rhizios”, “Rhizus” ve “Rhizaion” adlarıyla anılırdı. Bu sözcüğün çeşitli anlamları vardır; bu arada, “dağın dibi, eteği” anlamına gelir (s. 42-43).

Erzincan adının, Strabon’un İlkçağ’da bu bölgede bulunduğunu belirttiği Eriza şehrinden geldiği sanılmaktadır.

Bugünkü Artvin İli toprakları Milattan Önceki dönemlerde Coroksi, Çorok, Kolkis olarak anılıyordu. Çor’uk adı Çor’lar demek olup Sakaların büyük bir kolunun buraya gelen kesiminden almıştır.

Önceleri, “Artvani” olarak anılmış olup bu sözcük giderek “Artvini” olmuş, son olarak da “Artvin” biçimini almıştır. Büyük bir olasılıkla Artvani adı, Arda kök sözcüğüne wana/ana takısının eklenmesiyle türetilmiş “Akarsu Ülkesi” anlamında “Ardana” idi (s. 43).

(Ardahan) Eski adı “Artan”dır. Artan, yalnız kentin değil, oradan geçen ve Gürcistan’da Kur, Kura diye anılan önemli bir çayın da adıdır. Dolayısıyla Artan isminin aslı, Arda kök sözcüğüne wana/ana takısının eklenmesiyle türetilmiş, “Akarsu Ülkesi” anlamında “Ardana” idi.

Araplar, çevredeki su ve çağlayanlara bakarak buraya “Pınar Kenti” anlamında “Ayntâb” adını verdiler.

Urfa’nın bilinen en eski adı Edessa, İskender sonrasında, Selökidler Dönemi’ne değin uzanmaktadır. Muhtemelen, Urfa adı, Süryanice Orhai sözcüğünden türemiştir. Orhai ise Arapça “suyu bol” anlamına gelen Vuhai’den kaynaklanmıştır. Orhai’nin Orhe, Orha gibi farklı kullanışları sonunda Urfa adı otaya çıkmıştır. Bir efsaneye göre ise Urfa adı Nemrut’un diğer bir adı olan ve “sulak yerde bulunan” anlamına gelen Heywa’nın oğlu “Urhai”den gelmektedir.

(Denizli) İbn-i Batuta, Donguzlu adının “Domuzlar Kenti” anlamına geldiğini yazar.

“Sandraka” ya da “Sandrake” olarak anıldığı bilinen bu küçük kırsal yerleşme adını, Üzülmez Deresi’nin İlkçağ’daki adı olan “Sandra”dan alıyordu. Daha sonraki dönemlerde “Zongalık” olarak adlandırılan ve bu kesimdeki sazlık ve bataklık alanın kurutulmasıyla belirmeye başlayan yerleşmeye “Zonguldak” denildi.

Türkmen dilinde “yoz” otlak demektir. Horasan’dan Anadolu’ya göç eden Çapanoğlu aşireti sürülerini buraya yayarak burada küçük bir kasaba kurmuşlar, adına “Otlak Kenti” anlamına gelen “Yoz Kant” demişlerdir.  Zamanla bu isim Yozgat şekline dönüşmüştür.

Gümüşhane yöresinde bilinen ilk kent adı, Antikçağ’daki Argiropolis’tir (Argyropolis). Bu adın, eski Yunanca’da “gümüş” anlamına gelen “Argis”ten kaynaklandığı sanılmaktadır.

Hatay’ın adının kaynağına ilişkin ilk bilgiler, MÖ 1200’de başlayan Geç Hitit Prenslikleri Dönemi’ne tarihlenmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası’ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hatteia Krallığı adını aldıkları bilinmekte, Hatay adının da buradan geldiği sanılmaktadır. Yöreye bu adı, 1936’da Atatürk vermiştir.

Bursa’nın Antikçağ’lardaki adı “Prusa”dır. Bugünkü ismi de buradan gelir. Şehrin genellikle Bitinya krallarından Prusias tarafından kurulduğu kabul edilir.

İslâmi kaynaklarda Hadrianopolis’ten bozma “Edrenos”, “Edrenaboli” tarzında yazıldığı gibi I. Murat zamanında “Edrene” imlâsı benimsendi ve uzun süre bu şekilde yazıldıktan sonra muhtemelen 18. yüzyıldan itibaren “Edirne” olarak söylenmeye başlandı.

Plinius’a göre İstanbul’un bilinen en eski adı “Lygos”tur. MÖ 660’ta kurulan Byzantion kentinin adı ise koloni kurucusu, Trak kökenli Byzas’a dayanmaktadır. Roma İmparatoru Büyük Konstantinus’a değin kent, aynı adla anıldı. İmparator Konstantinus’un ölümünden sonra, bu imparatorun onuruna, kente “Konstantinopolis” dendi. Ancak kent, uzun süre yalnızca “polis” (kent) sözcüğüyle anıldı. Günlük konuşmada sık sık kullanılan eis ten polin (Yunanca’da “kentte” ya da “kente”) biçimindeki cümlecik, Osmanlı Dönemi’nde Stimbol, Estanbol, İstambol gibi değişimler geçirdikten sonra İstanbul’a dönüştü.

Bugünkü Sivas adının da “Sebastia”dan kaynaklandığı sanılmaktadır. Sebastia ise Agusta’nın karşılığı olup “İmparatorun Kenti” anlamına geliyordu.

Adıyaman’ın bilinen ilk adı Etiman’dır.

Vali İzzet Paşa zamanında mezranın adı dönemin Padişahı Abdülaziz’e nispetle Mamuret ül-Aziz’e çevrildi. Cumhuriyet Dönemi’ne değin “Elaziz” olarak kullanılmış, Kasım 1937’de Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile “Elazık”a dönüşmüştür. 10 Aralık 1937’de yeni Bakanlar Kurulu kararı ile “Elazığ” adı kabul edilmiştir.

Karadeniz’in kuzeyindeki İskitlerce güneye sürülerek Batı Anadolu’ya dek ilerleyen Sabardai ve Kimmer topluluklarının bir bölümü, bugünkü Isparta ilinin bulunduğu yerlere yerleşmiş ve bu topraklara kendi adlarını vermiştir.

Bitlis’in kuruluşuna ilişkin bir söylenceye göre, adını Makedonya Kralı Büyük İskender’in buyruğuyla buraya bir kale yaptıran komutanı Badlis’ten alır.

Siirt adının, İran’da Arbela/Erbil yöresine yayılmış olan ve Dareios zamanından kalma yazıtlarda Asagrta diye anılan halkın adından gelmedir.

Kars şehri, İskit Türklerinin Karsak boyu tarafından kurulduğu için kasabaya kendi boylarının adını vermişlerdir.

İskitler Dönemi’nde “Gymnias” denen Bayburt’un adı, Bizans Dönemi’nde “Baiberdon”, Ermenilerde “Payberd”, Arap kaynaklarında ise “Bâbirt” olarak geçer. Baiberdon, Helen dilinde “Baiberd’lilerin Kenti” anlamındadır.

Mardin şehrinin, Perslerin buraya yerleştirdikleri Marde kavmi tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Türkler buraya geldikten sonra “Mardin” adını vermişlerdir.

Hakkâri olarak tanınan şehrin eski adı Çölemerik’tir. 642’deki İlk İslâm Fethi’nde Van Gölü’nün güneyindeki yaylaklara, “Hakkar” boyundan dolayı, “Hakkâriye” deniliyordu. Yöre 1536’da Kanuni Sultan Süleyman’ca Osmanlılara katılmasından bu yana, Hakkâri olarak anıla gelmektedir.

(Diyarbakır / Diyar-ı Bekir) Kuzey Dicle yöresine Araplardan Bekr bin Vail boyu yerleştiği için, yöreyi Araplar bu adla anmakta idiler.

Iğdır’ın adı; 24 Oğuz boyundan 21’incisi sayılan İç-Oğuzlar Üç-Ok koluna mensup Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Cengiz Alp’in en büyük oğlu “Iğdır Bey”den gelmektedir.

Efsaneye göre, Adana, Gök Tanrısı’nın iki oğlu Adanus ve Sarus’un Tarsus halkı ile yaptıkları savaşlar sonunda kurulmuş ve Adanus’un adına izafeten şehre Adania denilmiştir.

Konya’nın eski adı olan İkonion, “tasvir” ya da “kutsal tasvir” anlamına gelen “ikon” sözcüğüne bağlanmaktadır.

(İzmir) Eski Yunanca’da “Smyrna” biçiminde yazılan kentin adı İyon yazımında “Smirni” ya da “Zmirni” haline geldi.

Mitolojiye göre ise kente adını veren Yunan Irmak Tanrısı Asopos’un kızlarından “Sinope”dir.

Nuh’un gemisine ait kalıntıların bulunduğu Cudi Dağı’nın kuzeyinde Şehr-i Nuh adıyla kurulduğu, zamanla “Şerneh” ve daha sonraki yıllarda da “Şırnak” adını aldığı rivayet edilmektedir.

Kotyora kenti, Miletosluların kurduğu ve daha sonra terk ettiği bir ticaret kolonisiydi. Kotyora’dan sonra yöredeki en eski yerleşme, Merkez ilçeye bağlı Uzunisa bucak merkezinin kuzeydoğusundaki Eskipazar Köyü’dür. 16. yüzyıl kayıtlarında Bayramlu ya da Bayramlı adlarıyla geçen bu yerleşmenin kıyıdaki iskelesi Bucak adıyla anılıyordu. 19. yüzyılda hızla gelişen Bucak’a 1869’da, giderek önemini yitiren Bayramlı’nın eski adı olan Ordu verildi. Fetih yıllarında askerî birliklerin konakladığı yer olması sebebiyle Bayramlı kasabasının bu adla anıldığı sanılmaktadır.

Akça Koca’nın adına izafeten “Koca İli” olarak verildi.

Yalova’nın Antikçağ’daki adı Pitiya’dır.

Kuruluş tarihi MÖ 2000 yıllarına kadar uzanan Amasya kentinin bilinen en eski adı “Amesia”dır (s. 52).

Umar’a göre, Amesia adı, Ana Tanrıça Ama/Ma ile bağlantılıdır.

Samsun; şehrin 3 km kuzeybatısında, Kalyon Burnu’na doğru uzanan bir sırt üzerindeki tarihî Amisos’un mirasçısıdır. Sonradan “Samissos” ve “Samisun” olarak adlandırılan bu yerleşmelerin adı zamanla Samsun’a dönüştü.
Amisos adı Helen ağzında “Samissos” olarak kullanılmış olup bu ad “Kutlu Ananın Kenti” anlamına gelir. Bu dönemde kent, bir “piskoposluk merkezi idi. Burası, “Amazon Yurdu” diye anılan bölgede yer alıyordu.

Ankara adının, MÖ 10.-6. yüzyıllar arasında Anadolu’nun önemli bir kısmına sahip olan Hititlerin Ankuwa şehrinin adı ile olan ilişkisi dikkati çekmiş, Ankara’nın burası olacağı ortaya konmuştur.
Ankara tarih boyunca Ankyra, Ancyre, Enguriye, Engürü, Angara, Angora adlarını almıştır.

Niğde’nin en eski adının “Nahita” ya da “Nakida” olduğu ileri sürülür. Umar’a göre Nakida, Ana-Kinda’nın çeşitlemesi olup bu da “Ana Tanrıça” anlamına gelmektedir.

Selçuklu Türkleri şehre “Balak” adını vermekteydiler. Kentin ortasında yükselen bu güzel hisara “Balak Hisar” (Hisar Şehri) adını vermişlerdir.

Kırklareli, Bizans Dönemi’nde “40 Kilise” anlamında “Saranta Ekklesiai” adıyla anılıyordu.

Kastamonu
MÖ 16. yüzyılda bu bölgede yaşayan Kaşkalar’ın (Gas, Gaşka) yöreye de adlarını verdikleri iddia edilir.
Umar ise Kastamonu adının Kas-Ta(u)ma-wana, Tapınak-kam-ı-halkının-Ülkesi öğelerinden türetilmiş olduğu kanısındadır.

Çankırı’nın adı “dişi keçi” anlamına gelen “Gangra”ydı.
Umar Gangra adının, özellikle Paflagonya bölgesinde çok rastlanan ve Ana Tanrıça adlarından biri sanılan Anka sözcüğünden türetilmiş olduğu kanısındadır.

Malatya adının kaynağı Hititler Dönemi’ne aittir. Bu dönemde kentin “Maldiye” diye anıldığı bilinmektedir.

Bir rivayete göre şehir, Nuh’un oğlu Yafes’in torunları olan Muş Oğulları tarafından kurulmuştur. Bununla beraber Asur kaynaklarında şehrin ilk temellerinin Muşkiler tarafından atıldığı belirtilir.

Helenistik Dönem’e ait bir kitabede şehir adı “Moğola” şeklinde geçmektedir.

Uşak adı, Türklerin Ege’ye gelişi sırasında (11. yüzyıl) ilk olarak “Uşşak” biçiminde ortaya çıkmıştır.

Ülkemiz toprakları üzerinde egemenliklerini yıllarca sürdürdükten sonra tarihe karışmış kavimlerin kullandıkları yer adlarının izlerini veya asıllarını, halen kullandığımız il merkezi kent adlarında bulabiliyoruz.

---
Güner, İbrahim. ve Ertürk, Mustafa. (2004), “Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma,” Muğla Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı: 12, (s. 39-62)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder